6284 sayılı kanun 5 1 d maddesi

 [1]

Kanun Numarası       : 6284

Kabul Tarihi              : 08.03.2012

Resmi Gazete Tarihi  : 20.03.2012

Resmi Gazete Sayısı : 28239

GENEL GEREKÇE [2]

Anayasanın 90 ıncı maddesinde, usulüne göre yürürlüğe konulmuş mil­letlerarası antlaşmaların kanun hükmünde olduğu, bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurulamayacağı, usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşma­larla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümlerinin esas alınacağı hüküm altına alınmıştır.

Türkiye tarafından 1985 yılında imzalanan ve 1986 yılında yürürlüğe gi­ren Birleşmiş Milletler Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi (CEDAW)'ne göre Sözleşmeye taraf devletler, toplumsal cinsiyet eşitsizliğini gidermekle yükümlü kılınmıştır. Birleşmiş Milletler CEDAW Ko­mitesinin 19 no.lu Genel Tavsiye Kararında kadınların insan hak ve temel öz­gürlüklerinden yararlanılmasını etkisizleştiren ya da ihlal eden cinsiyete dayalı şiddetin İnsan Hakları Sözleşmesinin 1 inci maddesi anlamında ayrımcılık ol­duğu belirtilmiştir.

Birleşmiş Milletler Kadına Yönelik Şiddetin Ortadan Kaldırılması Bildir­gesinde kadına yönelik şiddet, "ister kamusal isterse özel yaşamda meydana gelsin, kadınlara fiziksel, cinsel, psikolojik acı veya ıstırap veren ya da verebi­lecek olan cinsiyete dayalı bir eylem uygulama ya da bu tür eylemlerle tehdit etme, zorlama veya keyfi olarak özgürlükten yoksun bırakma" şeklinde tanım­lanmaktadır.

Tüm bu uluslararası yükümlülüklerin ve insan haklarına saygılı, sosyal hukuk devleti olma konusundaki kararlılığın ilk sonucu olarak Anayasanın 10 uncu ve 41 inci maddelerinde değişiklikler yapılmıştır. Bu düzenlemelere göre devlet kadın-erkek eşitliğinin fiili olarak hayata geçirilebilmesi için her türlü tedbiri alacak, pozitif ayrımcılık yapabilecektir. Ayrıca çocuklar konusunda da uluslararası platformda taahhüt ettiği korumayı gerçekleştirecektir.

Son yıllarda başta kadınlar olmak üzere kişilere karşı işlenen şiddet olay­ları toplumumuzu sarsan boyutlara ulaşmıştır. Her geçen gün yaşanan dayak, işkence ve cinayet gibi şiddet olayları görsel ve yazılı basında izlenmektedir. Bu olaylara daha çok kadınlar ve çocuklar maruz kalmaktadırlar.

Kadına yönelik şiddet, en yoğun olarak aile içinde yaşanmaktadır. Şiddet; fiziksel, psikolojik, ekonomik açıdan mahrum bırakma ve cinsel şiddet dâhil, çok çeşitli şekillerde görülebilmektedir. Şiddet mağduru kadınlarda, özgüven eksikliği, kimlik sorunu, toplumsal yaşama katılımda ve kendini ifade etmede sorunlar yaşanmaktadır. Diğer yandan şiddet yetersiz beslenmeye, kronik has­talıkların artmasına, geçici ve kalıcı hastalıklara, kronik ağrılara, anne ölümle­rine ve intiharlara neden olmaktadır.

Şiddete tanık olan çocuklarda ruhsal davranış bozuklukları ve okulda ba­şarısızlık görülmekte ve ileriki yaşantılarında şiddet uygulamaya eğilimli bi­reyler olarak yetişerek şiddetten olumsuz etkilenmektedirler. Bu konu yalnızca kadınlar, erkekler ve çocuklar açısından değil aynı zamanda toplumumuzun geleceğinin sağlığı açısından da çok önemlidir.

Kişilere yönelik şiddet, bir insan hakkı ihlalidir. Bu nedenle günümüzde bu sorun özel alan sorunu olmaktan çıkarak toplumsal alanda tartışılmakta ve mücadelesi bir devlet politikası olarak kabul edilmektedir. Kadın-erkek eşitli­ğinin sağlanması, kadının insan haklarının teminat altına alınması devletlerin sorumluluğundadır.

Aile içi şiddetin önlenmesi amacıyla hazırlanan ve 1998 yılında yürürlüğe giren 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanunun günümüzün ihtiyaçlarına cevap vermediği görüldüğünden kadınların, çocukların, aile bireylerinin ve tek taraflı ısrarlı takip mağduru olan kişilerin korunması ve şiddetin önlenmesi amacıyla alınacak tedbirlere ilişkin esas ve usulleri kapsayan ve düzenleyen bu Tasarı hazırlanmıştır.

Şiddet eylemlerine maruz kalan kişilere ve aile bireylerine koruma vaat eden bu Tasarının uygulanması aşamasında, şiddet mağdurunun ikinci bir mağ­duriyet daha yaşamaması adına, temel birtakım ilkelere uyulması zorunluluğu doğmaktadır. Bu bakımdan hizmetin sunulmasında insan haklarına dayalı, adil, etkili ve süratli bir usul izlenmesi, hakkında koruma tedbir kararı verilen kişi­lere hizmet sunulmasının insan onuruna yaraşır şekilde yerine getirilmesi, hiz­metin sunulması ve yürütülmesi sırasında kişiler arasında ırk, dil, din, mezhep, milliyet, renk, cinsiyet, siyasal veya diğer fikir yahut düşünceleri, felsefi inanç, millî veya sosyal köken, doğum, ekonomik ve diğer toplumsal konumları yö­nünden ayrım yapılmaması, koruyucu tedbir kararı verilmesi ve uygulanması sırasında hakkında koruma tedbiri verilen kişilerin durumları dikkate alınarak özel ihtimam gösterilmesi, kamu kurum ve kuruluşları, kamu kurumu niteliğin­deki meslek kuruluşları, üniversiteler, yerel yönetimler, vakıf, dernek ve diğer sivil toplum kuruluşları, gönüllü gerçek ve tüzel kişiler ile özel sektörün işbir­liği içinde çalışması ve bu konuda toplumsal sorumluluğun paylaşılmasının sağlanması ve son olarak bu Tasarı kapsamında verilen hizmetin ülke çapında eşit ve dengeli sunulması unsurları hem uluslararası hukuktan hem de Anaya­sadan kaynaklanan bir zorunluluk olarak karşımıza çıkmaktadır.

Bu Tasarı öncelikle en temel insan hakkı olan yaşam hakkının korunması, kadın cinayetlerinin son bulması amacıyla kurumların şiddetle mücadelenin her aşamasında aktif rol almasını sağlamayı hedeflemektedir. Yine bu Tasarıda Devletin şiddeti önlemesi, şiddete uğrayanı çok yönlü koruması ve şiddet uy­gulayan veya şiddet uygulama ihtimali bulunan kişinin, verilecek koruyucu tedbir kararları ile rehabilite edilmesi amaçlanmıştır.

Ayrıca, Tasarıda medya organlarına sorumluluk yükleyen yeni düzenle­melere yer verilmiştir. Zira modern medya araçları ve özellikle televizyonun, bireylerin bilgi, kanaat, tutum, duygu ve davranışları üzerinde büyük oranda şekillendirici ve belirleyici bir etkileme gücüne sahip olduğu herkes tarafından kabul edilmektedir. Televizyon ile ilgili olarak gerçekleştirilen "içerik analiz­leri" ve "kanaat-davranış araştırmaları", televizyon programlarının aile, eğitim, iş, yaş ve cinsiyet, doğum ve ölüm gibi birçok toplumsal gerçeklikler konu­sunda etkilerinin olduğunu, programlarda sergilenen mesajların bireyler üze­rinde etki yaptığını ortaya koymaktadır. Öte yandan, medyanın önemli bir bilgi yayma, geniş halk kitlelerini bilgilendirme aracı olma niteliği de bulunduğun­dan, bireyleri koruma, kuvvetlendirme ve dengeleme amaçları doğrultusunda da çok önemli hizmetler yerine getirebileceği, onların yaşam alanlarına, evle­rine kadar taşınan farklı mesajları çok sayıda insana iletebileceği kuşkusuzdur. Medyada defalarca yinelenerek verilen şiddet görüntülerinin, bireylerin beyin­lerinin ve kalplerinin derinliklerine işleyerek kalıcı izler bıraktığı özellikle de özdeşim kurma eğilim ve ihtiyacında olan bireyleri derinden etkilediği gözönüne alınmalıdır. Ayrıca toplumsal rollerle ilgili örnek davranış kalıpları ve hayatla ilgili örnek yaşam modellerinin bireylere sunularak yayın yapılması toplumumuzdaki bireylerin kişiliklerine olumlu etki yapacak ve toplumumuzun daha sağlıklı gelişmesine katkı sağlayacaktır.

BİRİNCİ BÖLÜM [3]

Amaç, Kapsam, Temel İlkeler ve Tanımlar

Amaç, kapsam ve temel ilkeler [4]

Madde 1 – (1) Bu Kanunun amacı; şiddete uğrayan veya şiddete uğ­rama tehlikesi bulunan kadınların, çocukların, aile bireylerinin ve tek ta­raflı ısrarlı takip mağduru olan kişilerin korunması ve bu kişilere yönelik şiddetin önlenmesi amacıyla alınacak tedbirlere ilişkin usul ve esasları dü­zenlemektir.

(2) Bu Kanunun uygulanmasında ve gereken hizmetlerin sunulma­sında aşağıdaki temel ilkelere uyulur:

a) Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmeler, özellikle Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Söz­leşmesi ve yürürlükteki diğer kanuni düzenlemeler esas alınır.

b) Şiddet mağdurlarına verilecek destek ve hizmetlerin sunulmasında temel insan haklarına dayalı, kadın erkek eşitliğine duyarlı, sosyal devlet ilkesine uygun, adil, etkili ve süratli bir usul izlenir.

c) Şiddet mağduru ve şiddet uygulayan için alınan tedbir kararları insan onuruna yaraşır bir şekilde yerine getirilir.

ç) Bu Kanun kapsamında kadınlara yönelik cinsiyete dayalı şiddeti önleyen ve kadınları cinsiyete dayalı şiddetten koruyan özel tedbirler ay­rımcılık olarak yorumlanamaz.

I- HÜKÜMET GEREKÇESİ

Maddede Kanunun amacı ve kapsamı düzenlenmiştir. Buna göre şiddete uğrayan veya şiddete uğrama tehlikesi bulunan kadınların, tüm çocukların, aile bireyleri ve tek taraflı ısrarlı takip mağdurlarının Kanun hükümlerine göre ko­runmasına ilişkin usul ve esaslar düzenlenmiştir.

II- ADALET KOMİSYONU DEĞİŞİKLİK GEREKÇESİ

Şiddet mağdurlarının şiddetten korunması için alınacak tedbirlere ilişkin usul ve esasların diğer taraftan da uygulama ve hizmetlerin sunulmasında esas alınacak temel ilkelerin düzenlenmesi amacıyla Tasarının 1’inci maddesine fıkra eklenmiş ve eklenen fıkra doğrultusunda da birinci bölümün ve maddenin başlığı Alt Komisyon tarafından değiştirilmiştir. Alt Komisyon tarafından ya­pılan değişiklikler Komisyonumuzca da uygun görülmüştür. Temel ilkeler bağlamında Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelere atıf yapılmakla birlikte özellikle kadına yönelik şiddetin önlenmesi bağlamında Kadınlara Yö­nelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi’ne özellikle atıf yapılması gerekliği nedeniyle, maddede bu yönde Komisyonumuzca değişiklik yapılmıştır. Yapılan değişik­likler doğrultusunda Tasarının 1’inci maddesi kabul edilmiştir.

III- AÇIKLAMA

A- Kanunun Amacı

6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun, şiddete uğrayan veya uğrama tehlikesi bulunan kadın, çocuk, aile bireyi ve tek taraflı ısrarlı takip mağdurlarını korumak ve sayılan kişilere karşı şiddeti önlemek amacını dile getirmektedir.

Mülga 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun, eşlerden birinin veya çocukların veya aynı çatı altında yaşayan diğer aile bireylerinden birinin veya mahkemece ayrılık kararı verilen veya yasal olarak ayrı yaşama hakkı olan veya evli olmalarına rağmen fiilen ayrı yaşayan aile bireylerinden birinin aile içi şiddete maruz kalması halinde harekete geçmekteydi[5]. 6284 sayılı Aile­nin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun ile koruma hedeflenen şiddet mağdurlarının kapsamı genişletilmiş, aile bireyleri haricinde kadınlar, çocuklar ve ısrarlı takip mağdurları da şartların varlığı halinde ko­ruma kapsamına alınmışlardır.

6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanunun varoluşunu gerekçelendiren birinci madde ile göze çarpan ilk yenilik, “şiddete uğrama tehlikesi bulunan …” ifadesi ile mülga 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanunda yer almayan, şiddete uğrama tehlikesi altında bulunanları da koruma kapsamına almış olmasıdır. Zira mülga 4320 sayılı Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanunun, 26.4.2007 tarih ve 5636 sayılı Kanunun birinci maddesi ile değişik 1. maddesinde, “şiddete maruz kaldığını” ibaresi kullanılmak suretiyle, kanunun korumasından faydalanmak için “şiddete uğrama” ön koşulunun gerçekleşmesi aranmaktaydı. 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun, mevcut düzenlemesi ile şiddete uğrama tehlikesinin varlığını, korumaya ilişkin hü­kümlerin uygulanması için yeterli görerek ileri ve önleyici bir koruma uygula­ması getirmiştir.

Şiddete uğrayan veya şiddete uğrama tehlikesi bulunan ve 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun ile ko­ruma altına alınan kişiler, kadınlar, çocuklar, aile bireyleri ve tek taraflı ısrarlı takip mağdurları olarak sıralanmıştır.

1- Kadın

Biyolojik cinsiyeti kadın olarak doğan ve yine Türk Medeni Kanunu[6] uya­rınca erkek olan cinsiyetini kadın olarak değiştirmiş olan bireyler, diğer şartla­rın varlığı halinde yasanın korumasından faydalanacaklardır. Kadınlara Yöne­lik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Av­rupa Konseyi Sözleşmesinde "kadınlar" kelimesinin 18 yaşın altındaki kız ço­cuklarını da kapsadığı belirtilmiştir.

Kadının evli, bekar, boşanmış, imam nikahlı olması kanunun uygulanma­sında herhangi bir farklılık yaratmamaktadır.

2- Çocuk

Çocuk, daha erken yaşta ergin olsa bile, onsekiz yaşını doldurmamış ki­şiyi ifade eder[7]. Kim tarafından uygulanırsa uygulansın, şiddete uğrayan çocuk, sadece “çocuk” olması sebebiyle, bu kanun kapsamında korunacaktır. Çocu­ğun, evlilik içi, evlilik dışı, evlatlık, tanıma gibi hukukî statüleri kanunun uy­gulanmasında herhangi bir farklılık yaratmamaktadır. Bunun yanında aile içi şiddet ve aile bireyleri ile olan ilişkilerin hukukî durumu aşağıda ayrıntılı ola­rak ele alınmaktadır.

3- Aile Bireyleri

Mülga 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun, “eşlerden birinin veya çocukların veya aynı çatı altında yaşayan diğer aile bireylerinden birinin veya mahkemece ayrılık kararı verilen veya yasal olarak ayrı yaşama hakkı olan veya evli olmalarına rağmen fiilen ayrı yaşayan aile bireylerinden birinin” demek suretiyle kanunun koruma altına aldığı kişileri belirlemekteydi. Ancak 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun “aile bireyleri” demekle yetinmiş ve kavramın içeriğini doldurmamıştır.

6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanunda ifadesini bulan “aile bireyleri” kavramından kimleri anlamamız gerekecektir?

Aile, Türk toplumunun temelidir ve eşler arasında eşitliğe dayanır. Dev­let, ailenin huzur ve refahı ile özellikle ananın ve çocukların korunması ve aile planlamasının öğretimi ile uygulanmasını sağlamak için gerekli tedbirleri alır, teşkilatı kurar. Her çocuk, korunma ve bakımdan yararlanma, yüksek yararına açıkça aykırı olmadıkça, ana ve babasıyla kişisel ve doğrudan ilişki kurma ve sürdürme hakkına sahiptir. Devlet, her türlü istismara ve şiddete karşı çocukları koruyucu tedbirleri alır[8].

Aile kavramı Türk Medeni Kanununda tanımlanmamıştır çünkü kanun koyucu aileyi sosyal bir gerçeklik olarak bulmuş ve onu kabullenmiştir. Günü­müzün toplum düzeninde böylesine önemli yer tutan ailenin muhtevasının ve şümûlünün (içerik ve kapsam) kanun hükümleriyle tanımlanması zaten imkân­sızdır zira ailenin şümûl ve muhtevası zamanın değer hükümlerine göre ve ül­keden ülkeye değişiklik gösterir. Her devrin ve her milletin kendisine has bir aile kavramına sahip olduğu, değişik milletlerin ve devirlerin hukukları ince­lendiğinde kolayca farkedilir[9].

Aile, insanın tabiî olarak içinde yaşama ihtiyacı duyduğu ilk topluluk tü­rüdür. Toplumsal olgu ve müesseselerin her biri gibi aile de zaman içinde deği­şip gelişmiştir. Günümüz ailesi “küçük aile” denilen eşler ile evlenmemiş ço­cuklardan oluşan aile tipidir[10].

Hukuk aileyi her zaman bir birlik, bir topluluk şeklinde tasavvur etmiş değildir. Bir arada yaşasın veya yaşamasın kan bağı ile birbirine bağlı olan kimseler de hukuken aile ferdidirler. Fakat aileye vücut veren ve kan bağından da önce gelen en önemli kaynak evlenmedir. İşte genel olarak, kan bağı veya evlenme ile birbirine bağlı olan fertlerin hepsine birden, hukukî anlamda aile deniyor. Bununla beraber bu tarif tam olmaktan uzaktır ve belki de böyle bir tariften kaçınmak daha yerinde olur. Zira hukuk, aralarında kan bağı veya ev­lenme olmadan bir arada yaşayan kimselerin topluluğunu da bazı şartlar altında aile saymıştır[11]. Bunun gibi evlatlıkla evlat edinen arasındaki münasebet, ev­lenme veya kan bağı ile ilgisi olmadığı halde, bir Aile Hukuku münasebetidir. Diğer yandan vesayet altına alınan kimsenin hukukî durumu ve gerek vasi ge­rekse vesayet daireleriyle olan münasebetleri çok defa sosyolojik anlamdaki “aile”nin dışında kaldığı halde, Aile Hukuku bunlarla da etraflı bir şekilde meşgul olur. Görülüyor ki hukuk düzeni, kendi içinde bir Aile Hukuku alanı ayırırken, belli bir sosyolojik veya biyolojik anlayışa saplanıp kalmaktan çe­kinmiş ve bu alanın sınırlarını daha çok hayat ihtiyaçlarının ve deneylerinin gereklerine göre çizmiştir[12].

Aile, zamanın akışıyla birlikte yapısı ve kapsamı bakımından büyük deği­şimlere uğramış bulunan bir kurumdur. Nitekim Medeni Kanun aile hukuku kitabında aileyi birbirinden farklı üç anlamda düzenlemiş bulunmaktadır. Diğer bir deyişle, Medeni Kanunumuza göre aile kavramının üç anlamı vardır;

a- Dar anlamda aile

Dar anlamda aile, sadece eşlerden oluşan bir aile birliğini ifade eder. Me­deni Kanunumuz ilk önce bu anlamdaki aileyi düzenlemektedir.

b- Geniş anlamda aile

Geniş anlamda aile, ana, baba ve çocukların oluşturduğu topluluğu ifade eder.

c- En geniş anlamda aile

En geniş anlamda aile, bir ev başkanının yönetiminde aynı çatı altında aile halinde birlikte yaşayan kimselerden oluşmuş bulunan insan topluluğudur. Me­deni Kanunumuz bu anlamdaki aileyi de düzenlemiştir. Gerçekten yeni Türk Medeni Kanunu, eski Medeni Kanunun “ev reisliği” adını verdiği kuruma Me­deni Kanunumuz 367. maddesinde ev düzeni adıyla yer vermiş ve bu düzene gerek kan ve kayın hısımı sıfatıyla, gerek bir sözleşme ilişkisi dolayısıyla bir arada yaşa­makta olan kişileri tâbi kılmıştır. Böylece en geniş anlamdaki aile kavramı içine, aynı çatı altında bir arada yaşamakta olan hısımlardan başka işçi, çırak, bah­çe­van, şoför, hizmetçi, dadı, bekçi, gibi hısım olmayan kimseler de girmektedir[13].

“Aile hayatı” kavramı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin birçok kara­rında da ele alınarak tanımlanmış ve unsurları gösterilmiştir. Buna göre Marckx-Belçika davası kararında (13 Haziran 1979) 8. maddenin[14] uygulan­ması açısından ailenin “meşru” veya “tabii” olmasına bakılarak ayırım yapıl­maması gerektiğine dikkat çekilerek 8. maddenin “meşru” ve “tabii” aile ara­sında bir ayırım yapmadığını, böyle bir ayırımın, Avrupa İnsan Hakları Söz­leşmesi’ndeki hak ve özgürlüklerin kullanılmasında “doğum” bakımından ay­rımcılık yapılmasını yasaklayan 14. maddenin[15] de desteklediği gibi “herkes” kelimesine uygun olmadığını, Elsholz-Almanya davası kararında (13 Temmuz 2000) ise, aile kavramının, evliliğe dayalı ilişkilerle sınırlı olmadığı ve tarafla­rın evlilik olmadan bir arada oturduğu fiili “aile” bağlarını da kapsayabildiğini (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararlarından Örnekler, Gilles Dutertre, Avrupa Konseyi Yayınları, Eylül 2007, s. 314-315), Johnston İrlanda davası kararında (18 Aralık 1986), çocuklarıyla beraber yaşayan evli olmayan çiftlerin normalde aile hayatı yaşadığını, söz konusu ilişkinin istikrarlı olma özelliğin­den ve diğer yönleriyle evliliğe dayalı bir aileden ayırt edilememesinden dolayı kabul etmiştir [16].

6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun, birinci maddesinin ikinci fıkrasında; bu kanunun uygulanması esnasında göz önünde bulundurulacak düzenlemelere değinilirken “özellikle” Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücade­leye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesinden bahsetmektedir. Bahsi geçen sözleşmenin “tanımlar” başlıklı üçüncü maddesinin b bendinde, aile içerisinde veya hanede veya mağdur faille aynı evi paylaşsa da paylaşmasa da eski veya şimdi eşler veya partnerler arasında meydana gelen her türlü fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik şiddet eylemi anlamına gelir denmek suretiyle aile içi şiddetin tanımı yapılmıştır. Tanımdan da anlaşılacağı üzere aile içi şiddet mağduru olabilecek kişiler belirlenirken “hanede” denmek suretiyle aynı evi paylaşma olgusu öne çıkarılmış bunun yanında “eşler” tanımından ayrı olarak “partnerler” denmek suretiyle de resmi evlilik bağı aranmamıştır.

Yine 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenme­sine Dair Kanun, “Tanımlar” başlıklı ikinci maddesinin b bendinde, “ev içi şiddet” terimini, “Şiddet mağduru ve şiddet uygulayanla aynı haneyi paylaş­masa da aile veya hanede ya da aile mensubu sayılan diğer kişiler arasında meydana gelen her türlü fiziksel, cinsel, psikolojik ve ekonomik şiddeti” demek suretiyle, aynı çatı altında yaşayanları kapsayıcı bir genişlikte tanımlamıştır.

Sonuç olarak, 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanunda ifadesini bulan “aile bireyleri” kavramının içine kimlerin dâhil edileceği hususunu Kanunda özellikle iç hukuk kuralı olduğu belirtilen “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bun­larla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesini” de dikkate alarak ya­nıtlamamız gerekmektedir.

Kanunun yapılışını gerektiren sebepleri ve amacını, atıf yaptığı ulusal ve uluslararası düzenlemeleri göz önünde bulundurarak, bir diğer deyişle kanunun ruhunu da hissederek konuyu değerlendirdiğimizde;

Resmi nikahla yaşayan eşler yanında, evlilik bağı kurulmadan aynı evi paylaşan partnerlerin veya imam nikâhı ile yaşayan kişilerin, eşlerle aynı çatı altında yaşayan anne ve babaların, kardeşlerin, torunların, amca, dayı, teyze, hala ve bunların çocukları gibi başkaca hısımların da aile kavramının içinde yer aldığı, böylece kanunun korumasından faydalanabileceği açıktır.

4- Tek Taraflı Israrlı Takip Mağduru

Kanunda koruma kapsamına alınan ve üzerinde durulması gereken bir di­ğer husus ise “tek taraflı ısrarlı takip mağduru”dur.

Israrlı takip, başka bir kişiye yönelik, kendi güvenliği için korku duyma­sına neden olacak şekilde tekrar eden, kasıtlı ve tehditkâr davranışlar şeklinde tanımlanmıştır[17].

Israrlı takip kavramı ile ilgili kapsamlı bir çalışma Ahmet Türkmen[18] tara­fından yapılmıştır. Türkmen makalesinde[19], ısrarlı takip ve taciz terimini (stalking), bir kişinin, bir başka kişiyi belli bir süre ve tekrarlanan davranışlarla hukuka aykırı olarak ısrarla takip ve taciz etmesi olarak tanımlamakta, eylemin en sık görünen şekillerini ise, istenmeyen telefon aramaları ve çağrıları yap­mak, istenmeyen mektup ve e-postalar göndermek, mağduru takip etmek ve gözetlemek, bir sebep olmaksızın sürekli mağdurun karşısına çıkmak, mağduru değişik yerlerde beklemek, mağdura isteği dışında hediye, çiçek ve benzeri eşya göndermek, mağdur hakkında internette veya kamuya açık yerlerde veya ağızdan asılsız dedikodular yaymak olduğunu belirtmiştir.

Israrlı takibin suç olduğu Amerika Birleşik Devletlerinde, bu suçun olu­şumu için failin kasıtlı davranışı, bu davranışın ciddi bir tehdit oluşturması ve mağdurda korkuya sebep olması aranmaktadır[20].

Bir kişinin hukuk düzeninin tanıdığı sınırlar içinde yaşamını sürdürmesi, dilediği yerde oturması, dilediği işte çalışması, dilediği kişilerle iletişim kur­ması, ilişkilerini düzenlemesi, dilediği yerlerde gezmesi, seyahat etmesi, kişiye kişi olduğu için Anayasal olarak tanınmış özgürlüklerin birer yansımasıdır. Israrlı takip ve taciz vakalarında, mağdur çoğu zaman yoğun takip ve taciz ne­deniyle baskı, endişe, korku ve kimi zaman fiziksel zarar tehdidi altında sosyal ilişkilerini faile ve fiile göre düzenlemek durumunda kalır. “Failin kendisini takip etmesini engellemek için mağdurun, oturduğu evi, işi, telefon numarala­rını, e-posta adreslerini, çocuğunun okulunu değiştirmesi, işe giderken yol gü­zergâhını değiştirmesi, yakınlarının zarar göreceği endişesiyle onlarla gizlice iletişim kurmak zorunda kalması, fiziki görünümünü değiştirmesi” bu düzen­lemelere örnek verilebilir. Aynı şekilde kişinin yalnız kalma hakkını ihlal eden müdahaleler de, kişinin isteği dışında gerçekleştiği ölçüde hukuka aykırıdır. Bu bağlamda, mağdurun evini gözetleme veya evi dışında onu takip etme, tele­fonla sürekli rahatsız etme, özel hayatını dedektif ve casuslar aracılığı ile araş­tırma, özel konuşmalarını gizlice dinleme, gizlice onun fotoğraf ve filmini çekme, bilgisayar kayıtlarını ele geçirme gibi olası takip ve taciz eylemlerinin hepsi kişinin özel hayatına yapılan hukuka aykırı saldırılardır. Israrlı takip ve taciz eylemine uyan, bir kişiye manevi acı çektirmek, sistematik işkence yap­mak, sürekli psikolojik baskı ve tehdit altında tutmak, ruhsal yapısında bozuk­luklara ve sarsıntılara yol açmak da kişilik hakkını zedeleyici niteliktedir. Fai­lin genellikle mağduru baskı ve kontrol altında tutmayı amaçlayan ısrarlı takip ve taciz süreci doğrudan mağdurun ruhsal sağlığına yönelik bir saldırı niteliği taşıyabilir. Belirtmek gerekir ki; fiilin hukuka aykırılığından söz edebilmek için hukuka uygunluk sebeplerinden birinin bulunmaması gerekir. Başka bir de­yişle, ısrarlı takip ve tacizde, mağdurun rızasının bulunması, fiilin işlenmesinde daha üstün bir özel yarar veya kamu yararı bulunması veya takip ve tacizin kanunun tanıdığı yetkiye dayanılarak yapılması hallerinde eylem hukuka aykırı olarak nitelendirilemez. Mesela, bir zanlının polis tarafından günlerce takip edilmesi veya kamuya mâlolmuş bir kişinin, ortak veya özel alanda ısrarla takip edilmesi “kamu yararı olduğu müddetçe” kural olarak hukuka aykırılık oluş­turmaz[21]

Aslında 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu 24 ve 25. maddelerinde kişilik hakları saldırıya uğrayan kimseye, saldırıda bulunanlara karşı hâkimden ko­ruma isteme hakkını ve buna ilişkin diğer dava haklarını tanımaktadır. Israrlı takip eylemleri aynı zamanda kişilik haklarına saldırı da içerdiğinden mağdu­run bu Kanun ile getirilen koruma tedbirlerinin yanında Medeni Kanunun sa­yılan maddelerinden faydalanma olanağı da mevcuttur. Israrlı takip teşkil eden hareket aynı zamanda, Türk Ceza Kanununda belirlenen tipe uygun eylemler­den biri ise bu kanun kapsamında da müeyyidelerinin uygulanacağı kuşkusuzdur.

B- Kanunun Uygulanmasında ve Gereken Hizmetlerin Sunulmasında Uyulması Gereken Temel İlkeler

1- Anayasa

Anayasamızın konuya ilişkin olarak bakışını yansıtan, bu anlamda kamu gücünü yönlendiren maddelerine değinmekte fayda vardır.

Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anla­yışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti­dir. Türkiye Cumhuriyeti Devletinin temel amaç ve görevleri, Türk milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve de­mokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağla­mak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkele­riyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.

Herkes dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür. Herkes, kişiliğine bağlı, dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve hürriyetlere sahiptir. Temel hak ve hürriyetler, kişinin topluma, ailesine ve diğer kişilere karşı ödev ve sorumluluklarını da ihtiva eder.

Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir. Tıbbi zorunluluklar ve kanunda yazılı haller dışında, kişinin vücut bütünlüğüne dokunulamaz; rızası olmadan bilimsel ve tıbbi deneylere tabi tu­tulamaz. Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağ­daşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz. Herkes, kişi hürriyeti ve güvenliğine sahiptir.

Anayasa’nın “Ailenin korunması” başlıklı 41. maddesinde 2001 yılında yapılan değişiklikle ailenin Türk toplumunun temeli olduğu ve eşler arasında eşitliğe dayandığı vurgulanmıştır. Keza, Anayasa’nın “Eğitim ve öğrenim hakkı ve ödevi” başlıklı 42. maddesine göre “Kimse, eğitim ve öğrenim hak­kından yoksun bırakılamaz ...”, “İlköğretim kız ve erkek bütün vatandaşlar için zorunludur ve Devlet okullarında parasızdır ...” Yine Anayasa’nın “Çalışma şartları ve dinlenme hakkı” başlıklı 50. maddesine göre “Kimse, yaşına, cinsi­yetine ve gücüne uymayan işlerde çalıştırılamaz.” “Küçükler ve kadınlar ile bedeni ve ruhi yetersizliği olanlar çalışma şartları bakımından özel olarak ko­runurlar.”

2- Uluslarası Sözleşmeler

a- Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi

11 Mayıs 2011 tarihinde İstanbul'da imzalanan ve 24.11.2011 tarihli ve 6251 sayılı Kanunla onaylanması uygun bulunan "Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi"nin onaylanması; Dışişleri Bakanlığının 12.1.2012 tarihli ve HUM/7771842 sayılı yazısı üzerine, 31.5.1963 tarihli ve 244 sayılı Kanunun 3 üncü maddesine göre, Bakanlar Kurulu'nca 10.2.2012 tarihinde kararlaştırılmış ve bahsi geçen sözleşme Anayasanın 90. maddesi gereği bir iç hukuk normu halini almıştır.

6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanunun uygulanmasında ve gereken hizmetlerin sunulmasında uygula­nacak temel ilkelerin, düzenleme altına alındığı maddenin ikinci fıkrasının a bendinde “Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile Türkiye’nin taraf olduğu ulusla­rarası sözleşmeler, özellikle Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Ön­lenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi ve yürür­lükteki diğer kanuni düzenlemelerin esas alınacağı belirtilmiştir.

Konuya ilişkin taraf olduğumuz en yeni tarihli uluslararası andlaşma ol­ması ve uygulama titizliği bakımından 6284 sayılı Kanunun açık yollaması sebebiyle sözleşmenin ana başlıklarına değinmekte fayda gördük.

Usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hük­münde olup bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahke­mesine başvurulamaz. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgür­lüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hü­kümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır. Bu itibarla normlar hiyerarşisinde kanundan üstte yer alan iş bu uluslararası sözleşme 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun ile birlikte uygulanacaktır.

Sözleşmenin amacı, Kadınları her türlü şiddetten korumak, kadınlara yö­nelik şiddet ve aile içi şiddeti önlemek, kovuşturmak ve ortadan kaldırmak, kadınlara yönelik her türlü ayrımcılığın ortadan kaldırılmasına katkıda bulun­mak ve kadınların güçlendirilmesi yolu dâhil kadınlar ile erkekler arasındaki temel eşitliği teşvik etmek, kadınlara yönelik şiddet ve aile içi şiddet mağdurla­rının korunması ve bu mağdurlara yardım edilmesi için kapsamlı bir çerçeve, politikalar ve tedbirler geliştirmek, kadınlara yönelik şiddeti ve aile içi şiddeti ortadan kaldırmak amacıyla uluslararası işbirliğini teşvik etmek, kadınlara yö­nelik şiddet ve aile içi şiddeti ortadan kaldırmak üzere bütüncül bir yaklaşım benimsemek amacıyla etkili işbirliğini sağlamak için kuruluşlara ve kolluk kuvvetlerine destek ve yardım sağlamak olarak belirtilmiştir.

Sözleşme, taraf devletleri gerek kamu gerek özel alanda tüm bireylerin, özellikle kadınların, şiddetten arınmış yaşama haklarını sağlamak ve korumak için gerekli yasal ve diğer tedbirleri almak konusunda yükümlülük altına sok­muştur. Taraf devletler, kadınlara yönelik ayrımcılık içeren iç hukuk düzenle­melerini yürürlükten kaldırmayı, kadın erkek eşitliği ve kadınların güçlendiril­mesine yönelik politikalar geliştirmeyi ve bunları etkili bir şekilde uygulamayı taahhüt etmişlerdir.

Sözleşme kapsamında yer alan her türlü şiddeti önlemek ve bununla mü­cadele etmek için ilgili tüm tedbirleri kapsayacak şekilde, devlet çapında etkili, kapsamlı ve eşgüdümlü politikaların benimsenmesi ve uygulanması için gerekli yasal ve diğer tedbirlerin alınması ve kadınlara yönelik şiddete karşı bütünsel bir mücadele yürütülmesi benimsenmiş, bu politikaların ilgili tüm kurum, ku­ruluş ve örgütler arasında etkin bir iş birliği vasıtasıyla uygulanmasının sağ­lanması üzerinde durulmuştur.

Sözleşme ile getirilen bir diğer düzenleme, sözleşmede tanımlanan şiddet olayları ile ilgili bir veri tabanı oluşturulmasıdır. Taraf devletler bu Sözleşme kapsamında yer alan her türlü şiddet eylemi hakkında bölümlere ayrılmış bi­çimde uygun istatistikî veriyi düzenli aralıklarla toplamayı, şiddetin temel ne­den ve etkilerini, şiddet eylemleri ve mahkûmiyet oranları ile işbu Sözleşmenin uygulanması için alınan önlemlerin etkinliğini incelemek amacıyla işbu Söz­leşme kapsamındaki her türlü şiddet alanında yapılan araştırmaları destekle­meyi taahhüt etmişlerdir.

aa- Sosyal ve Kültürel Davranış Modellerinin Değişimini Sağlamak

Sözleşme uyarınca taraf devletler, kadınların aşağı bir cins olduğu veya kadınlar ve erkekler için alışılagelmiş rollerin bulunduğu düşüncesine dayanan ön yargıları, örf ve adetleri, gelenekleri ve her türlü farklı uygulamaları ortadan kaldırmak amacıyla kadınlar ve erkeklere ilişkin sosyal ve kültürel davranış modellerinin değişimini sağlamak, erkekler ve erkek çocukları başta olmak üzere, toplumun tüm üyelerinin işbu Sözleşme kapsamındaki tüm şiddet türle­rini önlemek üzere aktif katkı sağlamasını teşvik etmek için gerekli tedbirleri alacaklardır.

Taraflar, kültür, örf, adet, gelenek, din veya sözde "namus"un işbu Söz­leşme kapsamındaki herhangi bir şiddet eylemi için mazeret oluşturmamasını sağlayacak, kadınların güçlenmesine yönelik program ve faaliyetleri arttırmak amacıyla gerekli tedbirleri alacaklardır.

bb- Resmi Müfredatın Belirlenmesi

Taraflar, gerektiğinde, öğrencilerin gelişen kapasitesine uygun olarak, ka­dın erkek eşitliği, kalıplaşmamış toplumsal cinsiyet rolleri, karşılıklı saygı, kişisel ilişkilerde şiddet içermeyen çatışma çözümleri, kadınlara yönelik top­lumsal cinsiyete dayalı şiddet ve kişisel bütünlük hakkı gibi konulara ilişkin öğretim malzemelerinin resmi müfredat içerisine ve eğitimin her seviyesine eklenmesi için gerekli adımları atacak, bu ilkelerin resmi eğitim dışındaki eği­tim faaliyetlerinin yanı sıra, sporda, boş zaman ve kültür faaliyetlerinde ve medyada desteklenmesi amacıyla gerekli adımları da atacaktır.

cc- Medya ve Özel Sektör

Taraflar, özel sektör, bilgi ve iletişim teknolojisi sektörü ve medyayı, ifade özgürlüğüne ve onların bağımsızlığına gerekli saygıyı göstererek, kadın­lara yönelik şiddetin önlenmesi ve onların onuruna duyulan saygının arttırıl­ması amacıyla politika hazırlanmasına ve uygulanmasına katılmaları ve yöner­geler ile öz denetim standartları oluşturmaları hususunda teşvik edecek, özel sektör aktörleriyle işbirliği içinde, çocuklar, ebeveynler ve eğitimcilerin, içeri­ğinde zararlı olabilecek aşağılayıcı cinsel ya da şiddet unsuruna erişim sağlayan bilgi ve iletişim ortamlarıyla, başa çıkma becerilerini geliştireceklerdir.

dd- Bilinen Dilde Bilgi Verme

Taraflar, mağdurların anladıkları bir dilde mevcut destek hizmetleri ve yasal tedbirler hakkında yeterli ve zamanında bilgi almalarını sağlamak ama­cıyla gerekli hukukî veya diğer tedbirleri alacaklardır.

ee- Zorla Evlendirmenin Suç Sayılması

Taraflar, yetişkin bir bireyi veya çocuğu evlenmeye zorlayan kasıtlı dav­ranışların suç sayılmasını sağlamak üzere hukukî veya diğer tedbirleri alacak­lardır.

ff- Yardım ve Yataklığın Suç Sayılması

Psikolojik şiddet, ısrarlı takip, fiziksel şiddet, tecavüz dâhil olmak üzere, cinsel şiddet, zorla evlendirme, kadın sünneti, zorla kürtaj ve zorla kısırlaştırma suçları kasten işlendiğinde, bunların işlenmesine yardım veya yataklık edilme­sinin suç olarak değerlendirilmesi için gerekli hukukî veya diğer tedbirler alı­nacak, fiziksel şiddet, tecavüz dâhil olmak üzere, cinsel şiddet, zorla evlen­dirme, kadın sünneti, zorla kürtaj ve zorla kısırlaştırma suçlarına teşebbüs hal­lerin dahi cezalandırılması için gerekli yasal düzenlemeler yapılacaktır.

gg- Ceza Sorunluluğunun Azaltılmaması

Sözleşme kapsamındaki herhangi bir şiddet eyleminin gerçekleşmesini müteakiben başlatılan cezaî işlemlerde kültür, gelenek, din, görenek veya sözde "namus"un bu eylemlerin gerekçesi olarak kabul “edilmemesini” sağlamak üzere gereken hukukî ve diğer tedbirler alınacaktır. Bu tedbirler özellikle, mağ­durun kültürel, dini, sosyal veya geleneksel olarak kabul gören uygun davranış normlarını veya törelerini ihlal ettiği iddialarını da içerecektir. Belirtilen ey­lemlerden birini gerçekleştirmesi için herhangi bir kimseyi veya bir çocuğu azmettirmenin işlenen eylem için söz konusu kişinin cezaî sorumluluğunu azaltmamasını sağlamak üzere gerekli hukukî veya diğer tedbirler de alınacaktır.

hh- Uyuşmazlığın Alternatif Yollarla Çözüm Yasağı

İşbu Sözleşme kapsamındaki her türlü şiddete ilişkin olarak arabuluculuk ve uzlaştırma da dâhil olmak üzere, zorunlu alternatif uyuşmazlık çözüm sü­reçlerini yasaklamak üzere gerekli hukukî veya diğer tedbirler alınır.

Kısa özetine değinilen sözleşme ile Ülkemiz, sözleşmede yer alan düzen­lemelerin hayata geçirilmesi bakımından yükümlülükler üstlenmiştir. Bu vesile ile değinilmesinde fayda olan bir husus, sözleşme ile iç hukukta suç olarak ta­nımlanması istenen bir dizi eylemin belirlenmesi ile ilgili özellikle ceza hukuk­çuları tarafından kapsamlı bir çalışma yapılması gerektiğidir. Her ne kadar 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu cinsel şiddet içeren ve psikolojik şiddet içeren (tehdit, hakaret gibi) suçları düzenlemiş ise de sözleşmede tanımı yapılan ısrarlı takip ve diğer psikolojik şiddet içeren eylemlerle ilgili olarak tipe uygun eylem belirlemesinin yeniden düzenlenmesi gerektiği kanaatindeyiz.

b- Diğer Uluslararası Sözleşmeler ve Belgeler

aa- Birleşmiş Milletler

Kadınların statüsünü yükseltmek üzere sürdürülen mücadeleler, Birleşmiş Milletler Ekonomik ve Sosyal Konsey çatısı altında 1946 yılında oluşturulan Kadı­nın Statüsü Komisyonu’nun öncülüğünde farklı bir önem ve resmiyet ka­zanmıştır. Kadının Statüsü Komisyonu, Birleşmiş Milletler tarafından 1948 yılında ülkelerin onayına sunulan İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin cinsiyet ayrımı gözet­meksizin kaleme alınmasına da önemli katkıda bulun­muştur[22].

1952 yılında “Kadınların Siyasi Hakları Sözleşmesi”, 1957 yılında “Evli Kadınların Vatandaşlığı Sözleşmesi” ve 1962 yılında “Evliliklerin Kayıt Altına Alınması Konusundaki Sözleşme” Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda kabul edilmiştir.

Birleşmiş Milletler tarafından 1975 yılında, Mexico City’de Birinci Dünya Kadın Konferansı düzenlenmiş, bunu takiben Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından 1975-1985 yılları arasındaki dönem “Kadın On Yılı” olarak ilan edilmiştir. “Eşitlik, Kalkınma ve Barış” hedeflerine ulaşmayı amaçlayan Kadın On Yılının ana teması “İstihdam, Sağlık ve Eğitim” olarak belirlenmiş­tir. Meksika Konferansı ve Kadın On Yılı bağlamında yapılan uluslararası ve ulusal çalışmalar sonucunda 127 ülkede eşitlik mekanizmaları kurulmuş Bir­leşmiş Milletler bünyesinde de Kadının İlerlemesi için Araştırma ve Eğitim Enstitüsü (UN-INSTRAW) BM Kadın İçin Kalkınma Fonu (UNIFEM) oluştu­rulmuştur. Kadın konusunda da yaklaşım değişikliği yine bu çalışmalar sonu­cunda gerçekleşmiş, kadın artık destek ve yardımın nesnesi değil, kalkınmanın temel ve eşit öznesi olarak algılanmaya başlamıştır.

On yıllık dönemin ilk yarısındaki gelişmeleri gözden geçirmek için 1980 yılında Kopenhag’da İkinci Dünya Kadın Konferansı düzenlenmiştir. Burada kadınların durumunun iyileştirilmesi için alınacak önlemleri belirleyen “Hare­ket Planı” (Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesi İlke Kararı ) kabul edilmiştir.

1979 yılında Birleşmiş Milletler Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılması Sözleşmesi (CEDAW) Genel Kurul tarafından kabul edilmiş ve 1980 yılında üye ülkelerin imzasına açılmıştır. CEDAW Sözleşmesi, BM sisteminde Çocuk Hakları Sözleşmesinden sonra en geniş katılımlı söz­leşme olma özelliğini taşımaktadır ve aralarında Türkiye’nin de bulunduğu yaklaşık 165 ülke tarafından imzalanmıştır.

Kadına Yönelik Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi’nin (CEDAW) ilk maddesinde “kadınlara karşı ayırım” deyimi, kadınların medeni durumlarına bakılmaksızın ve kadın ile erkek eşitliğine dayalı olarak politik, ekonomik, sosyal, kültürel, medeni ve diğer sahalardaki insan hakları ve temel özgürlüklerinin tanınmasını, kullanılmasını ve bunlardan yararlanılmasını en­gelleyen veya ortadan kaldıran veya bunu amaçlayan ve cinsiyete bağlı olarak yapılan herhangi bir ayırım, mahrumiyet ya da kısıtlama anlamına gelecektir” şeklinde tanımlanmaktadır. Ayrımcılığın yasalar, hukuk sistemi, siyasal ve kamu yaşamı, eğitim, istihdam, sağlık, kırsal kesim, evlilik ve aile dâhil olmak üzere her alandan silinmesi için devleti sorumlu tutar. Bu amaçla da devleti gerekli her türlü önlemi alarak, ayrımcılık yapan yasaları, denetim mekaniz­malarını, gelenekleri ve uygulamaları değiştirmek veya kaldırmakla yükümlü kılar. Söz konusu sözleşmenin 24. maddesi ile kadınlara karşı ayrımcılığın or­tadan kaldırılması yönünde taraf devletlere ulusal seviyede gerekli bütün ön­lemleri alma zorunluluğu getirilmiştir.

15-26 Temmuz 1985 tarihlerinde Nairobi’de Kadın İçin Eşitlik, Kalkınma ve Barış konularında Birleşmiş Milletler Kadın On Yılının Başarılarının Göz­den Geçirilmesi ve Değerlendirilmesi konusunda Üçüncü Dünya Konferansı gerçekleştirilmiş ve 157 ülkenin resmen temsil edildiği, pek çok hükümetler arası organizasyon ve kuruluşun katıldığı Konferansta “Kadının İlerlemesi İçin Nairobi İleriye Yönelik Stratejileri” kabul edilmiştir. Üçüncü Dünya Kadın Konferansı kararları bağlamında alınacak önlemler kurucu ve yasal adımlar, sosyal katılımda eşitlik, siyasi katılım ve karar almada eşitlik olarak üç katego­ride toplanmıştır.

Kabul edilen Nairobi İleriye Yönelik Temel Stratejilerin 55. maddesinde “kadınların toplum içindeki durumlarını inceleyecek, kadın-erkek ayrımının geleneksel ve çağdaş nedenlerini en geniş ve kapsamlı biçimde belirleyecek ve ayrımcılığın önlenmesi için yeni politikalar formüle edilmesine, strateji ve ön­lemlerin etkin bir biçimde uygulanmasına yardımcı olacak etkili kurumlar ve mevzuat (mevcut değil ise) oluşturulmalı veya (mevcut ise) güçlendirilmelidir. Bu çalışmalar kalkınma politikası ile uyumlu hale getirilmelidir” denmektedir.

1992 yılında CEDAW 12 nolu tavsiye kararının alınmasından sonra 1993 yılında Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konferansında benimsenen, kadın haklarının evrensel insan haklarının ayrılamaz, bölünemez, devredilemez bir parçası olduğunun resmikabulü Nairobi sonrasındaki dönemin en önemli ge­lişmelerinden biri olmuştur

Birleşmiş Milletlerin öncülüğünde 1993’te Viyana’da toplanan Dünya İn­san Hakları Konferansı, kadınlara yönelik şiddetin acil ve derhal ele alınması gereken bir insan hakları ihlali olduğunu ilan etmiş olup (Viyana İnsan Hakları Sözleşmesi), aynı yıl içinde BM Kadınlara Yönelik Şiddetin Önlenmesi Bildir­gesi Genel Kurul tarafından kabul edilmiştir.

1994 yılında BM İnsan Hakları Komisyonu bünyesinde oluşturulan Ka­dına Yönelik Şiddet, Sebepleri ve Sonuçları Özel Raportörlüğü, uluslararası insan hakları mekanizmaları içinde en etkili olanıdır. Şikâyete konu olan ülke­nin herhangi bir sözleşmeye taraf olması ya da şikâyet konusu ile ilgili iç hu­kuku tüketmiş olma gereği aranmadığı için BM üyesi tüm ülkelerde yaşan­makta olan bir soruna acil müdahalede bulunma olanağı sağlamaktadır.

4-15 Eylül 1995 tarihlerinde ise Birleşmiş Milletler Ekonomik ve Sosyal Konsey’in kararıyla Pekin’de bir ‘taahhütler konferansı’ olarak planlanan Dör­düncü Dünya Kadın Konferansı gerçekleştirilmiştir. 189 ülke temsilcilerinin katılımıyla gerçekleştirilen Konferansın sonucunda Pekin Deklarasyonu ve Eylem Platformu isimli iki belge kabul edilmiştir. Türkiye, her iki belgeyi de hiçbir çekince koymadan kabul etmiştir. Pekin Deklarasyonu, hükümetleri ka­dının güçlenmesi ve ilerlemesi, kadın-erkek eşitliğinin geliştirilmesi ve toplum­sal cinsiyet perspektifinin ana politika ve programlara yerleştirilmesi konula­rında yükümlü kılmakta ve Eylem Platformunun hayata geçirilmesini öngör­mektedir. Eylem Platformu ise, kadının güçlendirilmesinin gündemi olarak tanımlanmaktadır. Eylem Platformu kadının özel ve kamusal alana tam ve eşit katılımı önündeki engellerin kadınların ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasi karar alma pozisyonlarında ve mekanizmalarında yer almaları yoluyla ortadan kaldırılabileceğini ifade etmektedir.

Eylem Platformunun uygulanması ve izlenmesinde temel görev hükü­metlere verilmiştir ve Platform uyarınca bu görev Birleşmiş Milletler kuruluş­ları, bölgesel ve uluslararası kuruluşlar, gönüllü kuruluşlar ile sivil toplumun tüm katılımcılarının işbirliği ile yerine getirilecektir.

Dördüncü Dünya Kadın Konferansında, Türkiye’nin 2000 yılına kadar çözüm bulmayı taahhüt ettiği dört temel sorun alanı; CEDAW Sözleşmesine konulan temel çekincelerin kaldırılması, zorunlu eğitimin 8 yıla çıkarılması, 2000 yılına kadar kadın okumaz yazmazlığının ortadan kaldırılması ve anne, çocuk ölüm oranının %50 oranında azaltılmasıdır.

Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 52/86 Sayılı “Suçun Önlenmesi ve Ceza Adaleti Alanında Kadına Karşı Şiddetin Ortadan Kaldırılması İçin Ön­lemler” başlıklı ilke kararı ise 1998 yılında alınmıştır.

Dördüncü Dünya Kadın Konferansından sonraki süreçte meydana gelen gelişmeleri değerlendirmek ve yeni eylem ve girişimleri belirlemek amacıyla Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından bir Özel Oturum yapılması karar­laştırılmıştır. Bu çerçevede, 5-9 Haziran 2000 tarihleri arasında NewYork’ta “Kadın 2000: 21.Yüzyıl İçin Toplumsal Cinsiyet Eşitliği, Kalkınma ve Barış” konulu Birleşmiş Milletler Genel Kurul Özel Oturumu gerçekleştirilmiştir. Türkiye Özel Oturuma; Kadın, Aile ve Sosyal Hizmetlerden Sorumlu Devlet Bakanı Hasan Gemici’nin başkanlığında, Parlamento’da grubu bulunan siyasi partilerden 5 kadın parlamenter, Parlamentolararası Birlik (PAB) toplantılarına katılmak üzere New York’ta bulunan 5 parlamenter, bürokratlar, akademis­yenler, gönüllü kadın kuruluşlarının kendi aralarından seçtikleri 4 temsilci, Birleşmiş Milletler Nezdinde Türkiye Daimi Temsilcisi ve Daimi Temsilcilik yetkililerinden oluşan 23 kişilik bir resmi heyetle katılmıştır. Resmi heyetin yanı sıra, özel oturum kapsamında gerçekleştirilen sivil toplum kuruluşlarının çalışmalarına gönüllü kadın kuruluşlarından 16 temsilci katılmıştır.

İlk verilere göre, Birleşmiş Milletler Genel Kurul Özel Oturumu’na 188 ülke ve bu ülkelerden toplam 1500 sivil toplum kuruluşundan 3000 temsilcinin katıldığı bildirilmiştir. Özel Oturuma resmi delegasyonlar ve sivil toplum ör­gütlerinden toplam 10.000 kişi katılmıştır. Birleşmiş Milletler Özel Oturumu süresince, BM kuruluşları ve bazı sivil toplum örgütleri BM binasında 70 adet panel, seminer, sempozyum ve benzeri, BM binası dışında ise çok sayıda et­kinlik düzenlemişlerdir. Özel Oturum sonucunda Siyasi Deklarasyon (Political Declaration) ve Sonuç Belgesi (Outcome Document) kabul edilmiştir.

Hükümetler, 10 maddeden oluşan Siyasi Deklarasyonla, 1976-1985 yılla­rının bir özeti niteliğinde olan Nairobi İleriye Dönük Stratejiler ile 1995 Pekin Deklarasyonu ve Pekin Eylem Planına konulan hedefler ve bu hedeflere bağlı­lıklarını, ayrıca Pekin Eylem Platformunda yer alan 12 kritik alanda verdikleri taahhütleri teyit etmişlerdir.

Siyasi Deklarasyonla; Gelişmiş ülkelerin gayri safi milli hasılalarının % 0.7’sini resmi kalkınma yardımlarına ayırmaları konusunda daha önce uluslara­rası platformalarda kabul edilmiş karar yinelenmiş, toplumsal cinsiyet eşitliği, kalkınma ve barış hedeflerine ulaşılmasında Birleşmiş Milletler Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılması Sözleşmesinin (CEDAW) tartışılmaz önemi, toplumsal cinsiyet eşitliği, kalkınma ve barış hedeflerine ulaşılmasında sivil toplum kuruluşlarının vazgeçilemez rolü, toplumsal cinsiyet eşitliği, kalkınma ve barış hedeflerine ulaşılmasında erkeğin rolü ve katkısının gerekliliği, toplumsal cinsiyet bakış açısının temel politika plan ve programla­rına yerleştirilmesinin önemi vurgulanmıştır. Öte yandan kadının insan hakları­nın tanınması, korunması, geliştirilmesi için uygun ulusal ve uluslararası planda ortamın oluşturulması, toplumsal cinsiyet eşitliğinin ancak, toplumsal cinsiyet eşitliği perspektifinin ana plan, politikalara yerleştirilmesi ile mümkün kılınacağı, hususlarının altı çizilmiş, 2005 yılında yeniden bir değerlendirilme­nin yapılması, toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması için kalkınma ve barış temel hedefinin önümüzde durduğu, ifade edilmiştir.

Sonuç Belgesi’nde ise Pekin Deklarasyonu ve Eylem Planının tam olarak ve hızlı bir biçimde hayata geçirilmesini sağlayacak eylem ve girişimler yer almaktadır. NewYork’ta kabul edilen bu belgeler Pekin Deklarasyonu ve Ey­lem Planının yerini alacak yeni belgeler olmayıp, Pekin Deklarasyonu ve Ey­lem Planının hızla hayata geçirilmesini sağlayacak rehber belgeler niteliğindedir.

Başta İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi, Üçüncü Dünya Kadın Konferansı Nairobi İleriye Yönelik Temel Stratejileri ve Dördüncü Dünya Kadın Konferansı do­kümanları ve izleyen dokümanlar (Pekin Deklarasyonu ve Eylem Platformu, Pekin+5 Siyasi Deklarasyonu ve Sonuç Belgesi vb.) olmak üzere uluslararası belgelerde kadına yönelik şiddeti önlemeye yönelik politikalar üretilmesi, uy­gulama ve izleme mekanizmaları kurulması ve güçlendirilmesi hedeflenmiştir. Ancak yasal anlamda kabul edilen bu değişim toplumsal alanda zihniyet deği­şimine dönüştürülemediğinden bu konuda gelişmiş ülkelerin gerisinde kalın­mıştır.

İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nde, “insanlara karşı ayrımcılığın kabul edilemezliğinin prensibini teyid ettiğini ve tüm insanların özgür doğdu­ğunu ve eşit itibar ve haklara sahip olduklarını ve Beyannamede öne sürülen tüm haklar ve hürriyetlerin cinsiyete dayalı olanlar dâhil hiçbir ayırıma tabi kılınmaksızın herkes tarafından kullanılabileceği” belirtilmiştir.

Uluslararası hukuk hiçbir devletin, aile mahrem alandır veya gelenek ve göreneklerimiz, dinimiz, kültürümüz, törelerimiz bunu gerektirir savıyla kadına yönelik şiddete göz yumamayacağını teyit etmektedir. Ayrıca CEDAW’ın uy­gulanmasını izleyen uzman komite, 1992 yılında aldığı 19 numaralı tavsiye kararı ile kadına yönelik şiddetin bir ayırımcılık türü olduğunu belirterek an­laşmanın içeriğini bir anlamda yeniden tanımlamış ve genişletmiştir. Birleşmiş Milletlerin 10 Aralık 1993’te kabul ettiği Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesi Bildirgesi devlete bu alanda geniş sorumluluk taşıdığını ve ihlalleri önlemek için neler yapması gerektiğini açıkça belirtmiştir[23].

Birleşmiş Milletler Genel Kurulu 6 Kasım 1999 tarih ve A/54/4 sayılı Ka­rarıyla “Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Tasfiye Edilmesine Dair Söz­leşmeye İlişkin Seçmeli Ek Protokol”ü kabul etmiş, 10 Aralık 1999 tarihinde imza, onay ve katılıma açmıştır. Seçmeli Protokol 16. maddeye uygun olarak 22 Aralık 2000 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Protokole taraf devlet, Kadınlara Karşı Ayrımcılığın Önlenmesi Komitesine, Kadınlara Karşı Her Türlü Ay­rımcılığın Önlenmesi Sözleşmesinde yer alan hakların ihlal edildiği iddia edilerek yapılacak başvuruları kabul ve inceleme yetkisini tanıyacaktır.

Takip eden dönemde Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 58/147 Sayılı “Kadınlara Karşı Aile İçi Şiddetin Ortadan Kaldırılması” Başlıklı İlke Kararını 2003 yılında, Kadına Yönelik Her Türlü Şiddetin Ortadan Kaldırılması Çabala­rının Yoğunlaştırılması Konulu 61/143 Sayılı Genel Kurul Kararını 2006 yı­lında, Kadına Yönelik Her Türlü Şiddetle Mücadelenin Yoğunlaştırılması Ko­nulu 63/155 Sayılı İlke Kararı 2008 yılında almıştır.

bb- Avrupa

aaa- Avrupa Birliği İlerleme Raporu - 2011

Kadın – erkek eşitliğine çok önem veren Avrupa Birliği ve Katılım Süreci ekseninde, Avrupa Komisyonu’nun her yıl düzenli olarak hazırladığı ve aday ülkelerin üyelik yolunda kaydettiği gelişmeleri değerlendirerek önerilerde bu­lunduğu ilerleme raporlarında her sene kadın erkek eşitliği, kadına ve çocuğa yönelik şiddet ve bağlantılı konular irdelenmektedir.

Bu bağlamda Türkiye ile ilgili son yayımlanan 2011 ilerleme raporuna değinmekte fayda vardır.

“Kadın hakları ve toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda sınırlı ilerleme kaydedilmiştir. TBMM Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu kadınlarla ilgili konularda bazı raporlar yayımlamış ve eğitim yardımı dâhil olmak üzere kurumsal kapasitesini artırmıştır. İşyerinde taciz so­runu ile ilgili düzenleme Ocak 2011’de gerçekleştirilmiştir. Bunu taki­ben, Mart 2011’de İşyerlerinde Psikolojik Tacizin Önlenmesi Hakkında 2011/2 sayılı Başbakanlık Genelgesi yayımlanmıştır.

Kadınların, 2009 yılında % 26 olan iş gücüne katılım oranı, 2010 yılında % 27,6’ya yükselmiştir. İlköğretimde cinsiyetler arası dengesiz­lik ulusal düzeyde azalmaya devam etmiş ve neredeyse kapanmıştır. 2011 seçimlerinde, kadınların Meclise girme oranı toplam milletvekili sayısının yaklaşık % 9’undan % 14’üne yükselmiştir.

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanının atanmasından sonra, kadın hakları alanında faaliyet gösteren STK’larla diyalog gelişmiştir.

Bununla birlikte, toplumsal cinsiyet eşitliği, namus cinayetleri de dâhil olmak üzere kadına karşı şiddetle mücadele ve erken yaşta ve zorla evlendirmeler Türkiye’nin önemli problemleri olmaya devam etmekte­dir. Kadına yönelik pozitif ayrımcılıkla ilgili anayasa değişikliği henüz sonuçlarını göstermemiştir.

Kadınlar çoğunlukla kötü koşullar altında kayıt dışı ve ücretsiz aile işlerinde çalışmaktadırlar. Kadınların serbest çalışmalarını teşvik edecek fonlar yetersizdir. Eğitici kurslar dâhil, iş gücüyle Bu güne kadar ya­yımlanan raporlar erken evlilik, kadına karşı şiddet, işyerinde taciz, ço­cuğun cinsiyeti nedeniyle kadına baskı yapmak ve geleneksel evlilik şe­killerini kapsamaktadır. TBMM Komisyonu’nun erken evlilikle ilgili ra­poru, yoksulluk ve eğitimsizlikle erken evlilik arasında doğrudan bir bağlantı olduğunu ortaya koymaktadır. Aynı zamanda, geleneğin ve din­sel yanlış anlamaların rolüne de dikkat çekilmektedir.

Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü’nün kadın istihdamının görece yüksek olduğu eğitim sektörü ile ilgili raporuna göre, okullardaki 58.835 yönetici pozisyonunun yaklaşık sadece % 9’unda kadınlar görev yap­maktadır.

Orta öğretimde cinsiyetler arasındaki fark artmıştır. Kız çocukları­nın daha ileri düzeyde eğitime devam etmelerinin sürdürülebilirliği ko­nusu sorun teşkil etmektedir. Tüm eğitim seviyelerindeki okul kitapla­rından cinsiyetle ilgili önyargıların kaldırılması için gösterilen çabalar henüz arzu edilen sonuçları vermemiştir. Cinsiyetle ilgili önyargılar medya aracılığıyla sürmektedir.

Cinayet dâhil olmak üzere kadına yönelik şiddet vakalarının arttı­ğına ilişkin kanıtlar bulunmaktadır. Bu durum çok defalar dile getirilmiş ve tartışılmıştır. Bazı kadınlar, polis memurlarının koruma kararı çıkar­tılması konusunda yardımcı olmak yerine, evlerine, kendilerini istismar ettiği iddia edilen kişilerin yanına dönmeye ikna etmeye çalıştıklarını, bunun yanı sıra, savcı ve hâkimlerin koruma kararı taleplerine karşılık vermekte yavaş davrandıklarını veya gereksiz kanıt talep ettiklerini be­lirtmişlerdir. Polis tarafından standart formların kullanılmasının aile içi şiddet vakalarında normal bir uygulama haline gelmesi gerekmektedir. Yargı mensupları, sağlık personeli ve özellikle kolluk kuvvetlerinin ka­dına yönelik şiddet konusunda daha fazla bilinçlendirilmesi ve eğitilmesi gerekmektedir. Aile mahkemelerinin kapasitesi yetersizdir ve bazı va­kalarda mağdurlara yardımcı olamamışlardır. Davalar genel olarak uzun sürmekte ve adli tıp raporlarının hazırlanması yargı sürecinde gecikme­lere neden olmaktadır. Aile içi şiddet konusunda, AİHM’nin Opuz v. Türkiye davasında verdiği karar henüz uygulanmamıştır.

Belediye Kanunu, nüfusu 50.000 veya daha fazla olan belediye­lerde kadın sığınma evlerinin kurulmasını öngörmektedir. Söz konusu Kanunun bu hükmü, tam olarak uygulanmamaktadır. Sığınma evlerinin sayısı ve diğer koruyucu ve önleyici mekanizmalar ihtiyaçları karşıla­maktan uzaktır. Bu durum, mağdurları risk altında bırakmaktadır. Sı­ğınma evlerinin ve belediyelerin çalışmaları üzerinde hâlâ etkili bir de­netim bulunmamaktadır; sığınma evi sağlamayan belediyeler hakkında bir yaptırım uygulanmamaktadır. Kadın sığınma evlerinden ayrılan veya benzer sosyal hizmetlerden artık faydalanmayan kadınlara ilişkin her­hangi bir izleme mekanizması bulunmamaktadır. Şiddet mağduru ka­dınlara yönelik mahalli hizmetlerin ve destek mekanizmalarının güçlen­dirilmesi gerekmektedir.

Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Ulusal Eylem Planının uygulanmasına yönelik yeterli insan kaynağı ve mali kaynak bulunmamaktadır. Başba­kanlık genelgelerinin uygulanması da geliştirilmelidir. Eylem planları ve genelgeler bağlayıcı değildir ve ülke çapında eşit düzeyde uygulanma­maktadır. Toplumsal cinsiyet eşitliğiyle ilgili konular kanunların hazır­lanmasında ve kamu yönetiminde gözetilmelidir.

Tanınmış kişiler tarafından yapılan bazı açıklamalar ve yargı ka­rarları, kadınları, davranış veya giyimleri nedeniyle taciz, tecavüz veya şiddet vakalarında kısmen sorumlu göstermiştir.

Bağımsız kadın STK’ları, kamu kurumlarının muhafazakâr değer­leri destekleyen STK’lar lehine ayrımcılık yaptığını bildirmişlerdir. Di­ğer STK’lar gibi kadın STK’ları da finansal zorluklar yaşamaktadır.

Resmi istatistikler, 2003 yılında 83, 2004 yılında 164, 2005 yılında 317, 2006 yılında 663, 2007 yılında 1011, 2008 yılında 806 ve 2009 yı­lının ilk yedi ayında 953 kadının öldürüldüğünü göstermektedir. Bu ar­tışta bilgi toplama imkânının gelişmesinin de payı olmakla birlikte, ra­kamlar Türkiye’nin karşı karşıya olduğu problemi gözler önüne ser­mektedir.

Sonuç olarak, kadın haklarının korunması, toplumsal cinsiyet eşit­liğinin desteklenmesi ve kadına yönelik şiddetle mücadele, temel so­runlar olmayı sürdürmektedir. Kadın haklarını ve toplumsal cinsiyet eşitliğini güvence altına alan hukukî çerçeve esas itibariyla mevcuttur. Ancak, söz konusu hukukî çerçeveyi siyasi, sosyal ve ekonomik gerçek­liğe dönüştürecek ilave kayda değer çabalara ihtiyaç bulunmaktadır. Mevzuatın ülke genelinde tutarlı bir şekilde uygulanması gerekmektedir. Namus cinayetleri, erken yaşta ve zorla yaptırılan evlilikler ve kadına yönelik aile içi şiddet ciddi sorunlar olmaya devam etmektedir. Kadın hakları ve toplumsal cinsiyet eşitliği konularında, özellikle polise yöne­lik daha fazla eğitime ve farkındalık yaratılmasına ihtiyaç bulunmaktadır.

Türkiye, Avrupa Konseyi Çocukların Cinsel Sömürü ve İstismara Karşı Korunması Sözleşmesini imzalamıştır. Ancak, özellikle mevsimlik işçi ailelerindeki çocukların ve Roman çocukların okulu bırakma oranı endişe kaynağı olmaya devam etmiştir. Okulu bırakma riski olan ço­cuklara yönelik erken uyarı sisteminin desteklenmesine ve tam olarak kullanılmasına ihtiyaç bulunmaktadır. İlköğretim ve ortaöğretime kayıt konusunda bölgesel farklılıklar devam etmiştir. Türkiye, özel eğitime muhtaç çocukların eğitimi hakkındaki mevzuatı kabul etmiştir; ancak, bu mevzuatın tam olarak uygulanması ve uygulamanın izlenmesine iliş­kin sistemin kurulması için gerekli kaynakların sağlanması gerekmektedir.

Çocuklar arasındaki yoksulluk oranı orantısız şekilde yüksektir. Altı yaşın altında olanlar için, tüm yoksulluk vakalarında bu oran % 24 civarında iken, kırsal kesimdeki tüm yoksulluk vakalarında ise % 49 ci­varındadır.

Çocuklara yönelik aile içi şiddetle mücadele edecek etkili bir me­kanizma mevcut değildir. Çocuklara yönelik şiddetle mücadele dâhil olmak üzere, çocuk hakları konusunda daha fazla bilinçlendirme ihtiyacı bulunmaktadır.

Çocuk yuvalarına yerleştirilen çocukları, toplum temelli bir yakla­şım ile yuvalardan çıkararak topluma kazandırmayı destekleyen giri­şimler mevcuttur. Bununla birlikte, toplum temelli bakım hizmetleri hâlâ sınırlı olup, bu hizmetlerin içerik ve kapsam yönünden geliştirilmesi ge­rekmektedir. Tam zamanlı çocuk yuvalarındaki şartların iyileştirilmesi, bu kurumlardaki personelin eğitilmesi ve alternatif bakım modellerinin geliştirilmesi ihtiyacı bulunmaktadır.

Çocuk işçiliği ile mücadele konusunda henüz ölçülebilir bir iler­leme kaydedilmemiştir. Mevsimlik tarım ve göçmen çocuk işçiliği ile il­gili saha çalışması devam etmektedir. Bu alanda idari kapasite yetersiz kalmıştır ve ulusal düzeyde izleme ve teftiş sistemi bulunmamaktadır. Çalışan çocukların sayısı ve durumu ile ilgili güncel veri eksikliği bu­lunmaktadır. Çocuk işçiliğini ortadan kaldıracak entegre bir sistem mev­cut değildir.

Çocuk adaleti ile ilgili olarak, Haziran 2010’da Terörle Mücadele Kanunu, Ceza Muhakemesi Kanunu ve diğer yasal düzenlemelerde ya­pılan değişikliklerden sonra, çocukların, kolluk kuvvetlerine mukavemet etmeleri veya terör örgütlerini destekleyen gösterilerde propaganda suçu işlemeleri halinde, terör suçu veya terör örgütü üyesi olma suçuyla ce­zalandırılamayacağı öngörülmektedir. Söz konusu Kanun aynı zamanda, Terörle Mücadele Kanununda yer alan “ağırlaştırıcı nedenlerin” çocuk­lara uygulanmayacağını ve çocukların sadece çocuk mahkemelerinde veya çocuk ağır ceza mahkemelerinde yargılanacağını öngörmektedir. Kanun henüz tam olarak uygulamaya geçirilmemiştir.

Mayıs 2011’e kadar, sadece 11 tanesi faaliyet gösteren toplam 20 adet çocuk ağır ceza mahkemesi kanunla kurulmuştur. Kanunla kurulan toplam çocuk mahkemesi sayısı 75’dir; bunlardan 60 tanesi faaliyete geçmiştir. Çocuk Koruma Kanunu uyarınca, 81 ilde çocuk mahkemele­rinin kurulması gerekmektedir. Bu mahkemelerin olmadığı illerde, ço­cuklar, yetişkinler için olan mahkemelerde yargılanmaktadır.

Çoğu ilde, çocukların yargılama öncesi tutukluluk hallerinde kulla­nılabilecek veya çocukların yetişkinlerden ayrı bir yerde tutulmalarını ve gerekli psikolojik desteğe ulaşmalarını sağlayacak uygun imkânlar he­nüz bulunmamaktadır. Çocuk mahkemelerinde davalar çoğu kez uzun sürmektedir. Bazı davalarda, çocuk mahkemeleri, hükmün açıklanması­nın geriye bırakılmasına, hapis cezasının alternatif yaptırımlara çevril­mesine veya terörle ilgili suçlarda cezanın ertelenmesine karar vermiştir. Uygulamada, eğer bir çocuk tekrar tutuklanmışsa bu seçenekler dikkate alınmamıştır. Yaşları 12 ila 18 arasında değişen yaklaşık 2500 çocuk hapishanede bulunmaktadır. Ancak, çocuklar için hapis cezası en son başvurulan ceza yöntemi olmalı ve mümkün olan en kısa süreyi kapsa­malıdır. Tutuklu ve hükümlü olarak hapiste bulunan çocukların sayısının azaltılması için çabalar gerekmektedir. Ülkenin hiçbir bölgesinde kapalı ıslahevi bulunmamaktadır.

Sonuç olarak, eğitim, çocuk işçiliği ile mücadele, sağlık, idari ka­pasite ve koordinasyon dâhil, bütün alanlarda çabaların artırılması ge­rekmektedir. Genel olarak, çocuklar için daha fazla önleyici ve rehabili­tasyon amaçlı tedbirler alınması gerekmektedir. Bunun yanında, yürür­lükteki mevzuat ile uyumlu şekilde daha fazla çocuk mahkemesi kurul­ması ve çocukların tutukluluk hallerinin asgari düzeye indirilmesi, tu­tukluluk hali mutlaka gerekliyse bunun uygun koşullar altında gerçek­leşmesi sağlanmalıdır.”

bbb- Avrupa Konseyi

Avrupa Konseyi Bünyesinde ise Bakanlar Komitesi’nin Aile İçinde Şid­det Konulu ve No. R (85) 4 Sayılı Tavsiye Kararı, Aile İçi Şiddete İlişkin Sos­yal Önlemler Konulu No. R (90) 2 Sayılı Tavsiye Kararı ve Demokratik Bir Avrupa’da Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Politikaları Konulu Deklarasyon düzenlenmiş bunun yanında Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi tarafından 2008 yılında “Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele: Bir Avrupa Konseyi Söz­leşmesine Doğru” Konulu 1635 Sayılı İlke Kararı alınmıştır.

Kadınların şiddetten korunmasına ilişkin 30 Nisan 2002 tarih ve Rec(2002)5 sayılı Tavsiye Kararında Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, di­ğer hususların yanında üye devletlerin, şiddete karşı gerekli olan her alanda ulusal politikalar başlatmaları, geliştirmeleri ya da bu politikaları iyileştirmeleri gerektiğini, bu politikaların kurbanların azami güvenliğini ve korunmasını sağlaması, destek ve yardım öngörmesi, ceza hukukunda ve medeni hukukta iyileştirmeler yapması, halkın bu konuya hassasiyetinin artırılmasını sağlaması, kadınlara yönelik şiddetle karşı karşıya gelen çalışanların eğitilmesini öngör­mesi ve önalıcı olması gerektiğini ifade etmiştir.

Bakanlar Komitesi özellikle üye devletlerin, kadınlara karşı cinsel şiddet ve tecavüz; hamile, savunmasız, hasta, özürlü ve korunmaya muhtaç kurbanla­rın zaafiyetlerinin istismarı gibi kadınlara yönelik ciddi şiddet türlerinin ceza­landırmasını ve failin konumunu kötüye kullanmasının cezalandırılmasını tav­siye etmiştir. Tavsiye kararında aynı zamanda üye devletlerin tüm şiddet kur­banlarına dava açma imkânı sağlayacak, savcıların ceza kovuşturması başlat­malarına imkan tanıyacak, savcıları kamu davası açıp açmamaya karar verirken kadına yönelik şiddeti ağırlaştırıcı ya da belirleyici bir faktör olarak değerlen­dirmeye teşvik edecek, gerektiğinde kurbanların tehdit ve muhtemel intikam eylemlerinden etkin bir şekilde korunmasını sağlayacak ve yargılama sırasında çocuk haklarının koruyacak gerekli tüm tedbirleri almaları gerektiği belirtil­miştir.

Aile içi şiddete ilişkin olarak Bakanlar Komitesi, üye devletlerin, aile içi tüm şiddet türlerinin ceza gerektiren suç olarak kabul etmelerini, mahkemelerin kurbanları korumak için ihtiyati tedbir alabilecekleri, failin kurbanla te­mas/iletişim kurmasını veya kurbana yaklaşmasını, kurbanla aynı bölgede oturmasını veya o bölgeye yaklaşmasını yasaklayabilecekleri, alınan tedbir kararlarına uymayanları cezalandırabilecekleri şekilde yetkilendirilmelerini sağlayacak tertipleri almalarını ve kolluk kuvvetinin, sağlık ve sosyal hizmet kurumlarının bu konulardaki davranış tarzlarına ilişkin zorunlu bir protokol oluşturmalarını tavsiye etmiştir.

Konu ile ilgili yeni tarihli düzenleme 11 Mayıs 2011 tarihinde İstanbul’da imzalanan ve 24 Kasım 2011 tarihli ve 6251 sayılı Kanunla onaylanması uygun bulunan, Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesidir. Sözleşmenin amacı; Ka­dınları her türlü şiddetten korumak, kadınlara yönelik şiddet ve aile içi şiddeti önlemek, kovuşturmak ve ortadan kaldırmak, kadınlara yönelik her türlü ay­rımcılığın ortadan kaldırılmasına katkıda bulunmak ve kadınların güçlendiril­mesi yolu dâhil kadınlar ile erkekler arasındaki temel eşitliği teşvik etmek, ka­dınlara yönelik şiddet ve aile içi şiddet mağdurlarının korunması ve bu mağ­durlara yardım edilmesi için kapsamlı bir çerçeve, politikalar ve tedbirler ge­liştirmek, kadınlara yönelik şiddeti ve aile içi şiddeti ortadan kaldırmak ama­cıyla uluslararası işbirliğini teşvik etmek, kadınlara yönelik şiddet ve aile içi şiddeti ortadan kaldırmak üzere bütüncül bir yaklaşım benimsemek amacıyla etkili işbirliğini sağlamak için kuruluşlara ve kolluk kuvvetlerine destek ve yardım sağlamak olarak belirtilmiştir. Sözleşme, taraf devletleri gerek kamu gerek özel alanda tüm bireylerin, özellikle kadınların, şiddetten arınmış yaşama haklarını sağlamak ve korumak için gerekli yasal ve diğer tedbirleri almak ko­nusunda yükümlülük altına sokmuştur. Taraf devletler, kadınlara yönelik ay­rımcılık içeren iç hukuk düzenlemelerini yürürlükten kaldırmayı, kadın erkek eşitliği ve kadınların güçlendirilmesine yönelik politikalar geliştirmeyi ve bun­ları etkili bir şekilde uygulamayı taahhüt etmişlerdir.

ccc- Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (Opuz / Türkiye) Kararı

Sözleşme, 4 Kasım 1950'de Roma'da düzenlenmiş, Türkiye sözleşmeyi 18 Mayıs 1954'de onaylamıştır.

Sözleşmenin ikinci maddesi yaşama hakkını, üçünü madde işkence yasa­ğını, beşinci maddesi özgürlük ve güvenlik hakkını, altıncı maddesi adil yargı­lanma hakkını, sekizinci maddesi özel hayatın ve aile hayatının korunmasını düzenleme altına almıştır. Sözleşmenin ondokuzuncu maddesi ile başlayan ikinci bölümü ise Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve yargısal süreci düzen­leme altına almıştır. Sözleşmenin 46. maddesi uyarınca taraf devletler, taraf oldukları davalarda Mahkemenin kesinleşmiş kararlarına uymayı taahhüt et­mişlerdir.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, 9 Haziran 2009 tarihinde verdiği Opuz / Türkiye kararında, başvuranın annesinin ölümüne ilişkin olarak sözleşmenin yaşama hakkını düzenleyen 2. maddesinin ihlal edildiğine; başvuranın fiziksel bütünlüğünün eşi tarafından ciddi biçimde ihlal edilmesine rağmen devlet yet­kililerince caydırıcı koruma önlemlerinin alınmamış olması, yetkili makamların başvuranı eski kocasının uyguladığı aile içi şiddete karşı korumamasına ilişkin olarak işkence yasağını düzenleyen 3. maddesinin ihlal edildiğine ve sözleşme­nin 2 ve 3. maddeleriyle beraber okunduğunda ayrımcılık yasağına ilişkin 14. maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir.

Kararın satırbaşlarına aşağıda değinilmektedir.

Belirli bir davada kovuşturma yapılmaması gereken titizliği gösterme yü­kümlülüğüne aykırı bir durum teşkil etmezken, mağdurun şikayetlerini geri çekmesi durumunda aile içi şiddete ilişkin soruşturma veya kovuşturmayı oto­matikman durduran bir kanun veya uygulama sözkonusu yükümlülüğün ihlali niteliğindedir.

AİHS’nin 2. maddesinde güvence altına alınan hakkın niteliği (temel hak) gözönünde bulundurulduğunda, başvuranın, makamların şahsa yönelik gerçek ve yakın bir tehdidi önlemek için makul olarak yapmaları beklenen herşeyi yapmadıklarını göstermesi yeterlidir. Bu konu, ancak her davanın kendi koşul­ları ışığında aydınlatılabilir (İbid).

Aile içi şiddet, üye devletlerin tamamını ilgilendiren ve genelde şahsi iliş­kilerde veya kapalı çevrelerde yaşandığı için her zaman su yüzüne çıkmayan genel bir problemdir ve etkilenenler yalnızca kadınlar değildir. AİHM, erkekle­rin ve çocukların da, doğrudan veya dolaylı olarak, aile içi şiddetten mağdur olabileceklerini kabul eder.

AİHM, öncelikle Taraf Devletler arasında, mağdur şikâyetini geri çekti­ğinde, aile içi şiddetin faillerine ilişkin cezaî kovuşturmanın yürütülmesine dair genel bir görüş birliği bulunmadığını not eder. Ancak yine de, izlenecek yolu belirlerken yetkili makamların, mağdurların 2., 3. ve 8. maddelerdeki hakları arasındaki dengeyi gözetmeleri gerektiğine ilişkin bir anlayışın mevcut olduğu görülmektedir. Bu bağlamda, üye Devletlerdeki uygulamaları inceleyerek, AİHM, kovuşturmanın devamına karar verilmesinde, dikkate alınması gereken belirli faktörler olduğunu gözlemler:

-suçun ciddiyeti;

-mağdurun yaralarının fiziksel veya psikolojik olması;

-davalının silah kullanıp kullanmadığı;

-davalının saldırıdan bu yana tehditlerde bulunup bulunmadığı;

-davalının saldırıyı planlayıp planlamadığı;

-hanede yaşayan çocuklar üzerindeki (psikolojik) etkisi; davalının tekrar saldırıda bulunma ihtimali;

-mağdur veya dahil olan, veya olabilecek, diğer kişilerin sağlığı ve gü­venliğine yönelik devam etmekte olan tehdit;

-mağdurun davalıyla halihazır ilişkisi; kovuşturmaya mağdurun isteğinin aksine devam edilmesinin bu ilişki üzerindeki etkisi;

-ilişkinin evveliyatı, özellikle geçmişte de şiddet uygulanıp uygulanma­dığı;

-ve davalının adli sicili, özellikle geçmişte şiddet uygulamış olup olma­dığı.

Bu uygulamadan, suç ne kadar büyükse ya da başka suçların işlenmesi riski ne kadar yüksekse, kamu yararı açısından kovuşturmanın devam etmesi­nin, mağdurlar şikâyetlerini geri çekse dahi, o derece önemli olduğu sonucuna varılabilir.

AİHM, bazı durumlarda, yerel makamların, bireylerin özel ve aile haya­tına yapacakları müdahalelerinin, başka bireylerin sağlığını ve haklarını koru­mak ve suç oluşturan fiillerin işlenmesini engellemek için gerekli olabileceğini anımsatır

Ayrıca, AİHM, bu davada uygulandığı üzere, ceza hukuku sisteminin, H.O.’nun işlediği kanunsuz eylemlerin etkili bir biçimde önlenmesini sağlaya­cak yeterli caydırıcı etkiyi haiz olmadığı kanısına varmıştır. Mevzuattan kay­naklanan engeller ve halihazırda varolan yolların kullanılmaması, mevcut yargı sisteminin caydırıcı etkisini ve AİHS’nin 2. maddesinde muhafaza edildiği üzere, başvuranın annesinin yaşama hakkının ihlal edilmesini önlemede sahip olması gereken önleyici etkiyi sabote etmiştir. AİHM, bu bağlamda, durum dikkatlerine sunulduğu andan itibaren, yerel makamların, bir saldırganın, mağ­durun bedensel bütünlüğüne tehdit yöneltme olasılığını önleyebilecek yeterli tedbirleri alamamasına ilişkin olarak, mağdurun tutumunu dayanak olarak ala­mayacaklarını tekrarlar. Dolayısıyla, AİHS’nin 2. maddesi ihlal edilmiştir.

Interights, devletlerin, kamu ya da özel sektör aracılığıyla olsun, hakkında bilgi sahibi oldukları veya bilgi sahibi olmaları gereken kötü muameleyi derhal durdurmak amacıyla harekete geçmek için makul adımları atmaları gerektiğini belirtmiştir. Aile içi şiddetin tespit edilmesi güç niteliği ve bu tür şiddet ey­lemlerini bildirmekten sıklıkla korkan kadınların bilhassa savunmasız olduğu dikkate alındığında, devletin daha fazla gayret göstermesi gerektiği belirtil­mektedir.

AİHS hükümlerini ve Devletin muhtelif davalardaki yükümlülüklerini yo­rumlarken (bkz. gerekli değişiklikler yapılmak şartıyla Demir ve Baykara – Türkiye [BD], no. 34503/97, 12 Kasım 2008), AİHM, ayrıca, Avrupa devletle­rinin ve CEDAW gibi, uzmanlaşmış uluslararası enstrümanların uygulamala­rından ortaya çıkan ortak değerleri ve anlayışı ve Devletin cinsiyete dayalı şid­detin ortadan kaldırılmasına dair görevlerini spesifik olarak ortaya koyan Belem do Para Sözleşmesi gibi, uluslararası hukuk normları ve ilkelerinin geli­şimini dikkate alacaktır.

4320 sayılı Kanun uyarınca karara varmada makul olmayan gecikmelerin görüldüğü anlaşılmaktadır. Polis memurlarının negatif tutumları göz önüne alındığında saldırganlar hususunda karar verilirken de gecikmeler sıklıkla gö­rülmektedir. Ayrıca, mahkemelerin gelenek, görenek veya şerefe dayalı ceza­ları hafifletmeleri nedeniyle aile içi şiddet suçu işleyen kişilerin caydırıcı ceza­lar almadıkları anlaşılmaktadır

Kararın tam metni, önemine binaen kitaba alınmıştır.

IV- İÇ HUKUKTAKİ GELİŞMELER

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla birlikte Atatürk´ün önderliğinde kadınların toplumsal yaşama tam katılımını sağlamak ve statüsünü yükseltmek amacıyla ülkemizde çok sayıda yasal düzenleme yapılmış, Cumhuriyet’in te­melleri kadın erkek eşitliği üzerine kurulmuştur. Kadınlarımızın siyasal, sosyal, ekonomik ve eğitim haklarını kullanırken erkeklerle eşit bireyler olarak ülke­mizin kalkınmasında görev almalarını sağlayacak yasal alt yapı hazırlanmıştır.

Kılık Kıyafet Kanunu, Tevhid-i Tedrisat Kanunu, Türk Medeni Kanunu, Kadınlara Seçme ve Seçilme Hakkının verilmesi gibi o dönem için dünyanın birçok ülkesine göre ileri ve çağdaş adımlar sayılan bu düzenlemelerin yanı sıra ülkemiz, sosyal bir sorun olan kadına yönelik şiddeti yasaklayan uluslararası sözleşmeleri imzalayarak, uluslararası kuruluşların bu konudaki kararlarını kabul etmiştir.

Türkiye'de kadın erkek eşitliği bağlamında yapılan mücadele ile kadın hakları hususundaki çalışmaların yasal düzenlemelere yansıyan köşe taşları şöyledir;

4 Nisan 1926 günü yayımlanıp 4 Ekim 1926 gününde yürürlüğe giren 17.2.1926 günlü, mülga 743 sayılı Türk Kanunu Medenisi'nin “Karının meslek veya sanatı” başlıklı 159. maddesi, kadının çalışmasını kocasının iznine tabi kılmaktaydı. Bu düzenlemeyi Anayasanın 10. ve 49. maddelerine aykırı bula­rak 29.11.1990 tarihinde iptal eden Anayasa Mahkemesi, gerekçesinin bir kıs­mında;

“… kadının, tıpkı erkek gibi mesleğini ve işini özgürce seçmekte, topluma yarar getiren etkinliklerde bulunmakta hakkı vardır. Ana­yasa’nın 12. maddesine göre kişiye bağlı, dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez nitelikteki çalışma hak ye özgürlüğü, evli kadının da temel haklarından biridir. Kocanın sahip olduğu çalışma hak ve özgürlüğü ile aralarında hiçbir hukuksal fark ve ayrıcalık yoktur. Şüphesiz, eşler evli­lik birliğinin korunması, çocukların yetişmesi için karşılıklı özveride bulunacak ve çalışma hak ve özgürlüklerini kullanmayı da karşılıklı uyum ve anlaşma sağlayarak gerçekleştireceklerdir. Fakat çalışmak, mesleğini yürütmek, kişiliğini geliştirmek, ailesine ve topluma çalışma­sıyla katkıda bulunmak isteyen kadına, Medeni Yasa'nın 159. maddesine dayanarak kocanın tek taraflı olarak izin vermemek suretiyle anlaşmaz­lık çıkarması ve bu yasaklamaya karşın çalışmasını sürdüren karısını ku­surlu duruma düşürüp boşanma nedeni yaratmasına veya -itiraz yoluna başvurulan olayda görüldüğü gibi- sömürü aracı olarak çalıştırdığı karı­sının bu yüzden boşanma davası açması üzerine çalışması için verdiği izni geri almasına olanak veren Medeni Yasa'nın 159. maddesi, Anaya­sa'nın 49. maddesinde yerini bulan temel haklardan olan çalışma özgür­lüğüne de aykırılık oluşturur. Bu nedenle Medeni Kanun'un 159. madde­sinin iptali gerekir.” demiştir[24].

Kocanın zinasına ilişkin, mülga 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 441. maddesini iptal ederken de özetle aşağıdaki gerekçeleri göstermiştir.

“… Kocanın eyleminin zina suçu sayılabilmesi için kadının zina­sında aranmayan kimi koşul ve öğelerin aranması, karı karşısında ko­caya yasal üstünlük tanınması anlamına gelir. Evlilik birliği içinde ko­caya bu tür üstünlük tanımak için haklı bir neden yoktur. Çünkü karşı­lıklı sadakat yükümlülüğü bakımından karı ile koca arasında fark bu­lunmamaktadır. Bunun için kocanın basit zinasının cezalandırılmaması, ona kadına karşı çağdaş anlayışa uymayan bir ayrıcalık tanınmasına yol açarak cinsiyet ayırımını reddeden kadın erkek eşitliğini bozar.

Yasa koyucu kuşkusuz, toplumsal gelişme ve özellikleri göz önünde bulundurarak zinayı suç olmaktan çıkarabileceği gibi onun ger­çekleşmesini belli koşullara da bağlayabilir. Ancak, bunu yaparken evli­lik birliğinin tarafları olarak aynı konumda bulunan karı, koca arasında ayrım yaratacak bir düzenlemeyi gerçekleştiremez. Açıklanan neden­lerle, Türk Ceza Yasası'nın 441. maddesi, Anayasa'nın 10. madde­sine aykırıdır; iptali gerekir[25].”

1996'da erkeğin zinası suç olmaktan çıkarılınca, zina suçu sadece kadınlar bakımından yasada kalmıştır. Yürürlükten kaldırılan 765 sayılı Türk Ceza Ka­nunu’nun kadının zinasını yaptırıma bağlayan 440. maddesi, “Zina eden karı hakkında altı aydan üç seneye kadar hapis cezası tertip olunur. Karının evli olduğunu bilerek bu fiilde ortak olan kimse hakkında da aynı ceza hükmolu­nur." şeklinde düzenlenmişti.

Anayasa Mahkemesi 23.06.1998 tarihinde aşağıda bir kısmına yer verilen gerekçesi ile yasanın bu maddesini Anayasanın eşitlik ilkesine aykırı bularak iptal etmiş ve hukuk dünyasından kaldırmıştır.

“… Eşitlik ilkesi, aynı konumda bulunan kadın ve erkeğin yasalar önünde eşit haklara sahip olmasını gerektirir. Kişinin cinsiyeti nedeniyle karşı cinse göre ayrıcalıklı duruma getirilmesi bu ilkeye aykırı düşer. Ayrıca eşitlik, bireyler arasındaki farklılıkların gözardı edilerek herkesin her bakımdan aynı kurallara bağlı tutulması anlamında da algılanamaz. Kimi kişilerin başka kurallara bağlı tutulmalarında haklı nedenler varsa, yasa önünde eşitlik ilkesine aykırılıktan söz edilemez. Bu nedenle, yara­dılış ve işlevsel özelliklerin zorunlu kıldığı kimi ayırımlar haklı bir ne­dene dayandığı ölçüde eşitliği bozmadığı halde, cinsiyetten başka bir nedene da­yanmayan ayırımlar eşitlik ilkesine açık bir aykırılık oluştu­rurlar….

Türk Ceza Kanunu'nun 440. maddesinde, karının zinasının suç oluşturacağı öngörülmüş, kocanın zinasını suç sayan 441. maddesi ise Anayasa Mahkemesi'nce iptal edilmiştir. Böylece, kocanın zinası suç olmaktan çıkmıştır. Evlilik birliğinin tarafları olarak karı ile aynı hukuk­sal konumda olması gereken koca için zinanın suç olmaktan çıkmasına karşın, karı için suç sayılmaya devam etmesi Anayasa'nın 10. maddesin­deki "eşitlik" ilkesine aykırılık oluşturmaktadır[26].”

Kadına yönelik şiddetle mücadele bağlamında gerçekleşen en önemli ya­sal gelişmelerden biri 17 Ocak 1998'de yürürlüğe giren 4320 sayılı “Ailenin Korunmasına Dair Kanun”dur. Bu kanunun çıkmasında Türkiye'ye yurtdışın­dan gelen eleştirilerin de rolü olmuştur. 2000'li yıllarda kadın hareketinin en az 20 yıldır süren çabaları ve Avrupa Birliği'nin olumlu baskılarıyla, Medeni Ka­nun ve Ceza Kanunu kadınlara karşı ayrımcılık ve şiddet içeren maddelerinden arındırılarak yeniden kabul edilmiştir. Her iki yasa da kadın kuruluşları, baro­lar, kadın akademisyenler, KSGM bürokratları, kadın milletvekilleri ve şiddete karşı olan farklı yaş gruplarından, farklı deneyimlere sahip kadınların yoğun işbirliği ile çıkartılmıştır. Bu değişikliklerle, Anayasanın 10. maddesinin ön­gördüğü fakat eski Medeni Kanun ve Ceza Kanunu ile ihlal edilen kadın-erkek eşitliğinin yasalar nezdinde sağlanması yolunda önemli adımlar atılmıştır.

22 Kasım 2001'de Yeni Türk Medeni Kanunu TBMM tarafından kabul edilmiş ve 1 Ocak 2002'de yürürlüğe girmiştir. Eski Medeni Kanun'un ataerkil nitelikler taşıyan “evlilik birliğinin reisi kocadır, evlilik birliğini koca temsil eder, karının ikametgâhı kocanın ikametgâhıdır” gibi CEDAW sözleşmesine sakınca konulmasına yol açan maddeleri çıkartılmıştır. Formal eşitlik ilkeleri­nin kabul edilmesinin ötesinde yeni yasa fiili eşitliği sağlamaya yönelik ev içi emeğini tanıyan değişiklikler getirmiştir. Yasal mal rejimi olarak kabul edilen, “edinilmiş mallara katılma rejimi” boşanma durumunda, evlilik süresince edi­nilen mallara eşit katılımı getirerek, aile içinde yaşanan ekonomik şiddeti sı­nırlandırmaya yönelik önemli bir adımdır.

Yine 9.1.2003 tarihinde 4787 sayılı Aile Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yargılama Usullerine Dair Kanun kabul edilmiş, 18.1.2003 tarihinde Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun’un atfı ile de bu kanunun uy­gulanması ile ilgili olarak Aile Mahkemelerini görevlendirmiştir.

2004 yılında kabul edilen ve 1 Haziran 2005'de yürürlüğe giren yeni Ceza Kanunu kadınların yoğun çabaları ile şiddet içeren maddelerinden arındırıldı. Eski kanunda kadına yönelik cinsel şiddet içeren suçlar, “genel ahlak ve aile düzenine ilişkin suçlar” olarak algılanıyordu. Bu bakış açısı, namus gerekçesi ile işlenen suçlarda ceza indirimine olanak sağlıyor, tecavüze uğrayan kadınla­rın tecavüz edenle evlenmesi halinde suçlunun ceza almamasına izin veriyordu. Yeni kanun, cinsel şiddet içeren suçları “kişilik hak ve özgürlüklerine karşı suçlar” olarak tanımlamaktadır. Cinsel şiddet içeren suçlar yeniden tanımlana­rak, kapsamları genişletilmiş, kadınlar iş yerinde cinsel tacize karşı, evlilik içinde tecavüz ve cinsel saldırıya karşı korumaya alınmışlardır. Tecavüzcüyle evlenmede cezanın ertelenmesini öngören madde kaldırılmıştır. Töre cinayet­leri “nitelikli insan öldürme” olarak kabul edilmiş, aile içi şiddete işkence kap­samında ağır cezalar öngörülmüştür. Evlilik dışı doğmuş çocuğunu namus kurtarma nedeniyle öldüren anneye ceza indirimi de yasadan kaldırılmış, ya­şama hakkı namus kavramından bağımsız güvenceye alınmıştır[27].

Türkiye Büyük Millet Meclisi, 28 Haziran 2005 tarihli ve 853 sayılı kara­rıyla bir araştırma komisyonu teşkil etmiş ve komisyon “Töre ve Namus Cina­yetleri İle Kadınlara ve Çocuklara Yönelik Şiddetin Sebeplerinin Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi” başlığı altında çok kapsamlı bir rapor düzenlemiştir[28].

Bu süreçte Başbakanlık tarafından 3 Temmuz 2006 tarihinde Çocuk ve Kadınlara Yönelik Şiddet Hareketleriyle Töre ve Namus Cinayetlerinin Ön­lenmesi İçin Alınacak Tedbirler konulu bir genelge yayımlanmış, yukarıda zikredilen araştırma komisyonu raporu da dikkate alınarak bürokrasinin daha duyarlı çalışmasının sağlanması hedeflenmiştir.

Mevcut yasal düzenlemelerin zaman içerisinde yetersiz kalması, değişen ve gelişen olaylar karşısında ihtiyaca tam olarak cevap verememesi karşısında TBMM tarafından 8 Mart 2012 tarihinde 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun kabul edilmiş, 20 Mart 2012 tarihinde 28239 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.

Nisan 2012’de İçişleri Bakanlığı Jandarma Genel Komutanlığı ile Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü Arasında Ka­dına Yönelik Şiddetle Mücadele Kapsamında Sunulan Hizmetlerde Kurumsal Kapasitenin Geliştirilmesine, İşbirliği Yapılmasına ve Eşgüdümün Artırılma­sına İlişkin Protokol imzalanmıştır. Protokol ile İçişleri Bakanlığı Jandarma Genel Komutanlığı ile Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü tarafından kadına yönelik şiddetle mücadele kapsamında sunulan hizmetlerde kurumsal kapasitenin geliştirilmesi, iş birliği ve eşgüdü­mün artırılması amaçlanmaktadır[29].

08/03/2012 tarih ve 6284 sayılı “Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şid­detin Önlenmesine Dair Kanun”, 20/03/2012 tarihinde Resmî Gazete’ de ya­yımlanarak yürürlüğe girmiş, kanunun 23 üncü maddesiyle 14/01/1998 tarih ve 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun yürürlükten kaldırılmış, 22 nci maddesinde Kanunun uygulanmasına ilişkin usul ve esasların altı ay içerisinde Adalet, İçişleri, Maliye, Milli Eğitim ve Sağlık Bakanlıklarının görüşlerinin alınması suretiyle, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı tarafından hazırlanacak yönetmelikler ile düzenleneceği hüküm altına alınmıştır. 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanunun Uygulaması ile ilgili olarak 19.04.2012 tarihinde Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı tara­fından 2012/23 sayılı genelge yayımlanmıştır[30].

Tanımlar [31]

Madde 2 – (1) Bu Kanunda yer alan;

a) Bakanlık: Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığını,

b) Ev içi şiddet: Şiddet mağduru ve şiddet uygulayanla aynı haneyi paylaşmasa da aile veya hanede ya da aile mensubu sayılan diğer kişiler arasında meydana gelen her türlü fiziksel, cinsel, psikolojik ve ekonomik şiddeti,

c) Hâkim: Aile mahkemesi hâkimini,

ç) Kadına yönelik şiddet: Kadınlara, yalnızca kadın oldukları için uygulanan veya kadınları etkileyen cinsiyete dayalı bir ayrımcılık ile kadı­nın insan hakları ihlaline yol açan ve bu Kanunda şiddet olarak tanımla­nan her türlü tutum ve davranışı,

d) Şiddet: Kişinin, fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik açıdan zarar görmesiyle veya acı çekmesiyle sonuçlanan veya sonuçlanması muh­temel hareketleri, buna yönelik tehdit ve baskıyı ya da özgürlüğün keyfî engellenmesini de içeren, toplumsal, kamusal veya özel alanda meydana gelen fiziksel, cinsel, psikolojik, sözlü veya ekonomik her türlü tutum ve davranışı,

e) Şiddet mağduru: Bu Kanunda şiddet olarak tanımlanan tutum ve davranışlara doğrudan ya da dolaylı olarak maruz kalan veya kalma teh­likesi bulunan kişiyi ve şiddetten etkilenen veya etkilenme tehlikesi bulu­nan kişileri,

f) Şiddet önleme ve izleme merkezleri: Şiddetin önlenmesi ile koru­yucu ve önleyici tedbirlerin etkin olarak uygulanmasına yönelik destek ve izleme hizmetlerinin verildiği, çalışmalarını yedi gün yirmidört saat esası ile yürüten merkezleri,

g) Şiddet uygulayan: Bu Kanunda şiddet olarak tanımlanan tutum ve davranışları uygulayan veya uygulama tehlikesi bulunan kişileri,

ğ) Tedbir kararı: Bu Kanun kapsamında, şiddet mağdurları ve şiddet uygulayanlar hakkında hâkim, kolluk görevlileri ve mülkî amirler tara­fından, istem üzerine veya re’sen verilecek tedbir kararlarını,

ifade eder.

I- HÜKÜMET GEREKÇESİ

Maddede, Kanunun değişik yerlerinde geçen terimler tanımlanmak sure­tiyle, gereksiz tekrarların önüne geçilmek istenilmiştir.

II- ADALET KOMİSYONU DEĞİŞİKLİK GEREKÇESİ

Tasarının 2’nci maddesi Tasarıda geçen terimlerin tanımının tam anla­mıyla yapılabilmesi amacıyla Alt Komisyon tarafından değiştirilmiştir. Alt Komisyon tarafından yapılan değişiklikler Komisyonumuzca da uygun görül­müştür. Tasarının 2’nci maddesi aynen kabul edilmiştir.

III- TBMM - ÖNERGE DEĞİŞİKLİK GEREKÇESİ

Bakanlık il ve ilçe müdürlüklerine bu Kanun hükümleri çerçevesinde at­fedilen görevler geçici madde 1 ile düzenlenmiş olduğundan, uygulamada karı­şıklığa meydan vermemek üzere Bakanlık il ve ilçe müdürlüklerinin tanımının madde metninden çıkarılması için bu önerge verilmiştir.[32]

IV- AÇIKLAMA

Maddede, terimlerin anlamlarında karışıklığa yol açılmaması ve gereksiz tekrarlara gidilmemesi için, sıkça kullanılan ve önem arzeden terimlerin ta­nımlarına yer verilmiştir.

Tanımı verilen terimler “bakanlık, ev içi şiddet, hakim, kadına yönelik şiddet, şiddet, şiddet mağduru, şiddet önleme ve izleme merkezleri, şiddet uy­gulayan, tedbir kararı” şeklinde sıralanmıştır.

Bu terimlerden anlamları net olanların açıklamasına gidilmemiştir. Ayrıca bazı terimler diğer maddelerde ele alındığından bu terimlere ilişkin açıklama­lara da o maddelerin altında yer verilmiştir.

Aşağıda “şiddet, şiddet mağduru, şiddet uygulayan, ev içi şiddet, kadına yönelik şiddet” terimlerini içine alan geniş açıklamalara yer verilmiştir.

A- Şiddet

6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanunda şiddet, kişinin, fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik açıdan zarar görmesiyle veya acı çekmesiyle sonuçlanan veya sonuçlanması muhtemel hareketleri, buna yönelik tehdit ve baskıyı ya da özgürlüğün keyfî engellenme­sini de içeren, toplumsal, kamusal veya özel alanda meydana gelen fiziksel, cinsel, psikolojik, sözlü veya ekonomik her türlü tutum ve davranış şeklinde, şiddet uygulayan, şiddet olarak tanımlanan tutum ve davranışları uygulayan veya uygulama tehlikesi bulunan kişiler şeklinde, şiddet mağduru da şiddet olarak tanımlanan tutum ve davranışlara doğrudan ya da dolaylı olarak maruz kalan veya kalma tehlikesi bulunan kişiyi ve şiddetten etkilenen veya etkilenme tehlikesi bulunan kişiler şeklinde tanımlanmıştır.

Şiddet olgusunun ortaya çıkışı, insanlık tarihi ile paraleldir. Arkeologlar kadınların fiziksel şiddet yaşamalarının kökenini 3000 yıl öncesine götürmek­tedir. Buluntular erkek mumyaların kemiklerinde %9-20 kırığa rastlanırken, kadın mumyalarda bu oranın %30-50 gözlenmiştir. Eski Roma yazıtlarında erkeklerin, kendilerinden izinsiz oyunlara katıldıkları, zina yaptıkları için eşle­rini cezalandırmak, boşamak ve öldürmek hakkına sahip oldukları yazılmakta­dır. Orta çağda ise erkeğin kadına karşı zor kullanmasında bir sınır olmadığı bilinmektedir. Kadına yönelik şiddete ilişkin yasal ve tıbbi çalışmalar ise 1800’lü yıllara dayanmaktadır. Kadına yönelik şiddeti suç sayan ilk yasa Maryland’de 1883’de yapılmıştır. Türkiye’de de yüzyıllar boyunca, erkeğin eşini ya da kızını dövmesi, erkeğin hakkı ve hatta görevi olarak kabul edilmiş, “kızını dövmeyen dizini döver” yaklaşımı ile adeta desteklenmiştir. Kadına yönelik şiddetin geçmişi çok eski iken Türkiye’de konu hakkında yapılan bi­limsel çalışmalar son elli yılı kapsamakta olup en çok aile içinde kocanın karı­sına uyguladığı şiddet hakkında araştırmalar yapılmıştır.

Amerika Birleşik Devletleri’nde 1884 yılına kadar, erkeğin eşini dövmesi yasal olarak kabul edilmekteydi. 18. ve 19. yüzyılda İngiltere’de erkek, ailesi üzerinde bütün haklara sahipti. Erkeğin eşini kontrol edebilmesi için, baskı ve şiddet dâhil herhangi bir yola başvurması, işaret parmağından kalın olmayan bir sopa ile dövmesi yasal kabul edilmekteydi. Bu, 1920’lerde tüm eyaletlerde, en azından yasalarda ceza kapsamına alınmıştır. Son yüzyıla kadar, birçok ül­kede erkeğin karısına fiziksel şiddet uygulaması bir hak olarak tanınmıştır. Ka­dına yönelik şiddet 1970’lerden önce daha çok yabancıların veya uzak tanıdık­ların saldırısı ve tecavüzüyle sınırla olarak görülmüş ve bir sorun olarak ele alınmamıştır.[33].

Kadınlara karşı şiddetle mücadele, başlangıçta birçok ülkede büyük öl­çüde feminist örgütler ya da hükümet dışı kuruluşlar tarafından üstlenilmiştir. Kadına karşı şiddeti önlemekte devlet kurumlarının tutumu değişmedikçe ye­tersiz kalındığından sonraki yıllarda devleti bu konudaki sorumluluğunu yerine getirmesine yönelik çalışmalar yürütülmüştür. ABD, Kanada, Avusturya, Yeni Zelanda, Brezilya, Zimbabwe gibi birçok ülkede, kadına yönelik şiddet konu­sunda çalışan hükümet dışı kuruluşların öncülüğünde kadınlara karşı şiddeti engellemeye ve önlemeye yönelik programlar geliştirmişlerdir.

Şiddet, yalnızca birey açısından değil toplum açısından da önemli sonuç­lar doğurmaktadır. Toplumun yarısını oluşturan kadınların, büyük bir bölümü­nün şiddete uğraması, ailenin dolayısıyla da toplum yapısının bozulmasına ne­den olmaktadır.

Bilim tarihi boyunca hakkında farklı görüşlerin ağırlık kazandığı oldukça karmaşık nedenlerle ortaya çıkan bir olgudur şiddet. Doğasının karmaşıklığı nedeni ile konu ile ilgili bilim dalları birbirinden farklı açıklamalarla izah et­meye çalışmaktadırlar şiddeti.

Şiddet, Türk Dil Kurumunca, bir hareketin, bir gücün derecesi, yeğinlik, sertlik şeklinde tanımlanmıştır[34].

Şiddet sözcüğü, Türkçedeki Arapça kökenli sözcüklerden biridir. Birçok alt anlam içeren sözcüğün, sözlük anlamları arasında, bir devinimin, bir kuvve­tin ya da "gücün derecesi, yeğinliği, bir olayın, bir şeyin yıkıcı kuvveti, bir duygunun aşırılığı bulunmakladır. "Şiddet göstermek" kaba ve sert davranmak, "şiddete başvurmak" ise kaba kuvvet kullanmak biçiminde açıklanmaktadır[35]

Genel olarak şiddet, kişinin onuruna, bedensel bütünlüğüne, özgürlüğüne, yaşam hakkına, güvenliğine ve cinselliğine yönelik zorlayıcı, saldırgan ve te­cavüzkâr davranışların bütünüdür[36].

Şiddet, geniş açıdan saldırganlıkla bağlantılı bir davranış biçimidir. Sal­dırganlık atılgan, zorlayıcı, tecavüzkâr davranışların bir bütünü olarak tanımla­nır. Bu anlamda şiddet, bir nesne ya da kişiye doğru yönlendirilmiş, yönlendi­rilişi kişinin istemediği ve o kişiyi tahrik edici, yıpratıcı bir eylemi, kimi zaman da eylemden kaçınmayı veya eylemsizliği içerir. Bu bağlamda fiziksel anlam­daki her türlü saldırı, şiddet tanımı unsurları arasında yer alırken, fiziksel ol­mayan kimi sözlü davranışlar da bu tanım kapsamına girer[37].

Şiddet, güç kullanılarak vurma ve kötü davranma eylemi olarak tanım­lansa da; genel anlamıyla huzur karşıtı olup huzuru bozan veya tartışmaya açan eylemler bütünü olarak, fiziksel ya da fiziksel olmayan davranışları içeren, fi­ziksel ve ruhsal acı ve zarar veren saldırgan eylemdir[38].

Dünya Sağlık Örgütü şiddeti, sahip olunan fiziksel, güç ya da kudretin, tehdit yoluyla ya da doğrudan kendine, bir başka insana, bir gruba ya da top­luma karşı yaralanma, fizyolojik hasar, gelişme bozukluğu ya da gerilikle so­nuçlanacak ya da sonuçlanma olasılığı yüksek bir biçimde uygulanması olarak tanımlamaktadır.

Şiddetin temel tanımını yaptıktan sonra konumuz ile ilgili olarak sırasıyla aile içi şiddet ve devamında kadına yönelik şiddetin de tarifini yapmakta fayda vardır.

B- Şiddet Türleri

1- Aile - Ev İçi Şiddet

6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanunda ev içi şiddet, şiddet mağduru ve şiddet uygulayanla aynı haneyi paylaşmasa da aile veya hanede ya da aile mensubu sayılan diğer kişiler ara­sında meydana gelen her türlü fiziksel, cinsel, psikolojik ve ekonomik şiddet şeklinde tanımlanmıştır.

Aile, kan bağlılığı, evlilik ve diğer yasal yollardan aralarında akrabalık ilişkisi bulunan ve “çoğunlukla” aynı evde yaşayan bireylerden oluşan ve bu bireylerin cinsel, psikolojik, sosyal ve ekonomik gereksinmelerinin karşılandığı temel bir toplumsal birimdir.

Aile içi şiddet, aile üyelerinden biri tarafından aynı ailedeki bir diğer üye­nin yaşamını, fizik veya psikolojik bütünlüğü veya bağımsızlığını tehlikeye sokan, kişiliğine veya kişilik gelişimine ciddi boyutlarda zarar veren eylem veya ihmal şeklinde tanımlanabilir.

Daha geniş bakan bir tanım ise aile içi şiddeti; Cinsel ayrımı olmaksızın “aile bireyleri” ya da halen birlikte olan ya da “birlikte yaşamış yetişkinler” arasında gerçekleşen tehdit edici davranış, şiddet ya da psikolojik, fiziksel, cin­sel, ekonomik ya da duygusal istismar olarak tanımlamıştır[39].

Şiddet, genelde beş alt grupta değerlendirilir.

a Fiziksel şiddet

Dövme, tokatlama, tekmeleme, yakma gibi eylemlerin yer aldığı şiddet türü,

b. Cinsel şiddet

Seksüel motivasyona bağlı yapılmış şiddet türü,

c. Duygusal istismar

Sevgi göstermeme, aşağılama, devamlı eleştirme, kıskançlık, reddetme gibi eylemlerin yer aldığı şiddet türü,

d. İhmal

Daha çok çocuklar ve yaşlıların maruz kaldığı istismar türüdür. Kişinin sosyal ve maddi ihtiyaçlarını gidermeme, bunları sağlamada ihmal göstermek­tir,

e. Ekonomik istismar

Yaşlılarda özellikle çok rastlanır. Kişinin parasını yönetmek, şahsa ait pa­raya veya kazanç sağlanmasına izin vermemek gibi[40].

İlk insanla birlikte ortaya çıkan şiddet olgusu değişik türleri ve uygulanış biçimleriyle her zaman gündemde olmuştur. Şiddetin aile yaşamı içerisinde, aileyi oluşturan bireyler arasında gerçekleşen ve “aile içi şiddet” adı altında “aile içinde bir bireyin diğer bir bireye yönelik fiziki, sözel ve duygusal kötü davranışı” şeklindeki görüntüsü toplum için daha tehlikeli olmakta, toplumun en küçük birimi olan aile içerisinde gerçekleşen şiddetin yol açtığı ve açacağı zararlar toplum bünyesinde daha derin ve kalıcı izler bırakmaktadır.

Aile içi şiddetin zararları sadece toplum açısından değil birey açısından da tehlikeli sonuçlar yaratmaktadır. Aile içi şiddet, sevgi, şefkat ve merhamet göstermesi gereken bir kişi tarafından uygulandığından, şiddete maruz kalan aile bireyinin ruhi yapısında hayatı boyunca silinmesi zor izler bırakmaktadır. Aile içi şiddet olaylarına daha çok anne ve çocukların maruz kaldığı yapılan araştırmalar sonucunda ortaya çıkmaktadır[41].

Son yıllarda aile içi şiddet olayları toplumumuzu sarsar boyutlara ulaş­mıştır. Her geçen gün ailede yaşanan dayak, işkence ve cinayet gibi şiddet olayları görsel ve yazılı basında izlenmektedir.

2- Kadına Yönelik Şiddet

6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanunda kadına yönelik şiddet, kadınlara, yalnızca kadın oldukları için uygulanan veya kadınları etkileyen cinsiyete dayalı bir ayrımcılık ile kadının insan hakları ihlaline yol açan ve bu Kanunda şiddet olarak tanımlanan her türlü tutum ve davranış şeklinde tanımlanmıştır.

Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun 20 Aralık 1993 tarihli ve 44/104 sa­yılı Kararıyla ilan edilen Kadınlara Karşı Şiddetin Tasfiye Edilmesine Dair Bildiri’de; Kadınlara karşı şiddet terimi, ister kamusal isterse özel yaşamda meydana gelsin, kadınlara fiziksel, cinsel veya psikolojik acı veya ıstırap veren veya verebilecek olan cinsiyete dayanan bir eylem veya bu tür eylemlerle tehdit etme, zorlama veya keyfi olarak özgürlükten yoksun bırakma şeklinde tanım­lanmış ve kadına karşı şiddet örnekleri sıralanmıştır.

Buna göre; Kadınlara karşı şiddet terimi aşağıdaki halleri içerecek şekilde anlaşılır, fakat bu hallerle sınırlı değildir;

a) Aile içinde meydana gelen dövme, kız çocukların cinsel istismarı, ev­lenirken verilen başlıkla ilgili şiddet, evlilik içi tecavüz, cinsel organları dağ­lama ve kadınlara zarar veren geleneksel uygulamalar, eş olmayanlar arasın­daki şiddet ve sömürmek için uygulanan şiddet de dâhil fiziksel, cinsel ve psi­kolojik şiddet uygulanması,

b) Toplum içinde meydana gelen tecavüz, cinsel istismar, çalışma haya­tında, öğretim kurumlarında ve diğer yerlerde cinsel taciz, kadın satışı ve zorla fahişeleştirilme de dâhil, fiziksel, cinsel ve psikolojik şiddet,

c) Nerede meydana gelirse gelsin, Devlet tarafından işlenen veya hoş gö­rülen fiziksel, cinsel ve psikolojik şiddet.

1995 yılında yapılan 4. Dünya Kadın Konferansı’nda kabul edilen Pekin Deklarasyonu Eylem Planında, “Kadına yönelik şiddet” kadının fiziksel, cinsel veya psikolojik zarar görmesiyle veya acı çekmesiyle sonuçlanan veya sonuç­lanması muhtemel olan, bu tip hareketlerin tehdidini, baskıyı ya da özgürlüğün keyfi engellenmesini de içeren, ister toplum önünde ister özel hayatta meydana gelmiş olsun, cinsiyete dayalı her türden şiddet olarak tanımlanmıştır. Buna bağlı olarak kadına yönelik şiddet aşağıdakileri kapsamakla birlikte bunlarla sınırlı değildir;

- Dayak dâhil aile içinde meydana gelen fiziksel, cinsel ve psikolojik şid­det, hanedeki kız çocuklarının cinsel istismarı, çeyizle bağlantılı şiddet, evlilik içi tecavüz, kadınlara zarar veren kadın sünneti ve diğer geleneksel uygulama­lar, nikâh dışı ve istismarla bağlantılı şiddet.

- Tecavüz, cinsel taciz, işyerinde eğitim kurumlarında ve başka yerlerde sarkıntılık ve cinsel zorlama dâhil toplum içinde meydana gelen fiziksel, cinsel ve psikolojik şiddet, kadınların alınıp satılması ve fahişeliğe zorlanması.

- Nerede olursa olsun, devletin yürüttüğü veya göz yumduğu fiziksel, cin­sel ve psikolojik şiddet.

- Silâhlı çatışmalarda kadının insan haklarının ihlali; öldürme, sistematik tecavüz, cinsel kölelik ve zorla hamile bırakma ve hamileliği sürdürme.

- Zorla kısırlaştırma zorla düşük yaptırma, doğum kontrol yöntemlerinin zorla kullandırılması kız bebeklerin öldürülmesi, ceninin cinsiyeti kız ise ha­mileliği sona erdirme şeklinde tanımlanmıştır.

Yine 2000 yılında yapılan Pekin+5 Siyasi Deklarasyonu ve Sonuç Belge­sinde, Pekin Eylem Platformunda yer alan şiddet tanımı genişletilerek erken ve zorla evlendirme, namus cinayetleri, başlık parasını ödeyememekten kaynakla­nan şiddet ve evlilik içi tecavüz gibi şiddet türleri Kadının İnsan Hakları ihlal­leri olarak sıralanmıştır.

Sonuç Belgesi devletlere, kadınlara karşı şiddet konusunda etkin yasalar dâhil olmak üzere her türden gerekli önlem alma görevini vermiştir. Sonuç belgesi ayrıca zararlı gelenek ve görenekleri ortadan kaldırmak (kadın sünneti, namus cinayeti, erken ve zorla evlendirme gibi), eğitim programları oluşturmak ve uygulamak ve diğer önlemleri alma, yasal düzenleme yapma ve bunları tam olarak uygulama görevi vermektedir. Dahası devletlere kadınlara karşı şiddeti önlemek ve ortadan kaldırmak için uygun mekanizmalar kurma ve bunları ça­lıştırma görevi vermektedir.

Şiddetin şekli ve tipi ülkeden ülkeye farklılık göstermekle birlikte genel olarak şiddet, sosyal, ekonomik, dinsel ya da ait olunan etnik gruptan bağımsız olarak ortaya çıkmaktadır. Kadınların toplum içinde yasal, sosyal, politik ve ekonomik eşitliklerini sağlama fırsatlarını sınırlayan, erkeklerin hâkimiyetine ve kadına yönelik ayrımcılığa yol açan “kadına yönelik şiddet”, toplumun er­kek egemen yapısından kaynaklanmaktadır. Erkek egemen, siyasal, toplumsal ve ekonomik yapılar aile içi şiddeti beslemekte ve kadınlara şiddetten korunma ve kurtulma yollarını kapatmakta önemli rol oynamaktadır. Dolayısıyla aile içi şiddeti üreten dinamikler, yalnızca aile içindeki ilişkilerden değil, toplumsal yapı içerisinde kadını ayrımcılığa uğratan ve onu erkeğe bağımlı kılan meka­nizmalardan kaynaklanmaktadır. Erkeğin, yasalardan ve toplumun ataerkil ya­pısından kaynaklanan kadına göre üstün konumu da şiddeti besleyen diğer bir faktördür.

Şiddet hareketleri ve tehditleri, ister ev içinde ister toplumda meydana gelsin kadınların hayatına korku ve güvensizliği sokmakta ve kadını toplumsal yaşamın her alanında başarısız kılmaktadır. Şiddet korkusu kadının hareket alanına baskı yapmakta ve kaynaklara ulaşımını engellemektedir. Kadına yö­nelik şiddet, erkeklerle kıyaslandığında kadınları ikinci plana iten en önemli sosyal mekanizmalardan birini oluşturmaktadır.

Diğer yandan, kişilerin barınma, beslenme ve bakım gereksinimlerini sağlayan, güven duygusunu veren, beden ve akıl sağlığını koruyan ve geliştiren bir birim olması gereken aile, çoğu kez her çeşit şiddetin beslendiği ve uygu­landığı tek odak olmaktadır. Aile dışında gerçekleşen şiddet için toplum so­rumlu tutulurken aile içinde oluşan şiddet gizli kalmakta ve özel hayat olarak kabul edilmekte, çoğu kez de olağan karşılanmaktadır[42].

a- Kadına Yönelik Şiddet Türleri

Kadınların yaygın olarak “fiziksel”, “cinsel”, “psikolojik”, “ekonomik” ve “sözel” şiddet şekillerine ve çeşitli biçimlerde uygulanan “kontrol içerikli dav­ranış”lara maruz kaldıkları görülür.

aa- Sözel Şiddet

En yoğun görülen kadına yönelik şiddet şekli olan “sözel şiddette”, ka­dına yöneltilen her türlü hakaret ve aşağılama amaçlı söz (küfür, aşağılama, hakaret, kadının bedeniyle görüntüsüyle alay etme, bağırma) kastedilir. Bu hakaretler ev içinde olduğu kadar başka kişilerin de bulunduğu ortamlarda ya­pılabilir. Nedeni ne olursa olsun, kadına yönelen küfür, hakaret ve aşağılayıcı söz, kadının öz benliğinde yaralanmalara neden olmaktadır.

bb- Fiziksel Şiddet

Kadına yönelik şiddetin en yoğun yaşanış biçimlerinden olan “fiziksel şiddet” ise çok daha belirgin ve kalıcı izler bıraktığından, en çok dikkat çeken ve üzerinde konuşulan bir şiddet türüdür. Tekme, tokat, itme, el/kol bükme, yumruklama, kafa atma, tekmeleme, kafasını duvara vurma, sert bir cisimle (sopa, demir, odun, oklava, değnek, zincir, kemer, hortum, kırbaç) vurma, bo­ğazını sıkarak nefessiz bırakma, bedeninde sigara söndürme, kızgın ütü v.b. aletler ile dağlama, ateşli-kesici ve delici bir aletle (balta, keser, bıçak, makas, jilet, kırık şişe, çatal, silâh) yaralama, saç çekme, saç yolma, saçlarını tutup yerde sürükleme, kezzap/sıcak su gibi yakıcı sıvılarla saldırma, burnunu kesme, kadını bir yere kilitleyip günlerce aç-susuz bırakma gibi şekillerde görülebilen fiziksel şiddet, uygulayıcı tarafından uygulanan kişiye verilen acı ve gözle gö­rülür kalıcı/geçici izler bırakır. Kimi zaman, fiziksel şiddetin sonucu ölüme kadar gidebilmekte ya da çok ağır fiziksel sakatlıklar bırakabilmektedir.

cc- Psikolojik Şiddet

Zaman zaman “duygusal şiddet” olarak da tanımlanan “psikolojik şiddet”, genel olarak tehdit unsurunu içerse de, kimi araştırmacılar tarafından sözel şid­detle birlikte ele alınarak değerlendirilmektedir. Daha çok küçümseme, aşağı­lama, alay etme, küçük düşürme, korkutma, sevdiklerinden, aile ve arkadaşla­rından uzak tutma, sokağa çıkartmama, boşanma, ortada bırakma, kuma ge­tirme, çocuğu göstermeme gibi tehdit ve gözdağı verme sonucu kurulan baskı­nın sonucu oluşan psikolojik şiddet; sözel şiddette olduğu gibi, kadının öz ben­liğinde örselenmeler ve duygusal dalgalanmalar oluşturarak ciddi sorunlara yol açmaktadır.

dd- Ekonomik Şiddet

Kadının çalışmasına ya da çalışmamasına izin vermemek, geliri üzerinde söz sahibi olmasını engelleme, parasını, malını (mal varlığını), ziynet eşyalarını elinden alma ya da kişisel zevk, beğeni ve ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik parayı kadına vermeme ya da, belli çıkarlar doğrultusunda verme (şunu yap­mazsan, şöyle yapmazsan bir daha para vermem, şunları almam gibi) sonucu oluşan “ekonomik şiddet” kadın üzerinde bir baskı ve denetim aracı olarak kullanılmaktadır.

ee- Cinsel Şiddet

Genellikle kadının hoşlanmadığı hareket, sözle taciz ve dokunmakla baş­layan, kadının istemediği zamanda ve biçimde cinsel ilişkiye zorlama, aldatma, başkalarıyla ilişkiye zorlama, doğurmaya ya da doğurmamaya zorlama olarak görülebilen “cinsel şiddet”, erkeğin kadını denetleme ve iktidar olma arzusu, kadının cinsel ritüeldeki rolünü oynamaması ve erkeğin bu rolü zorla kabul ettirmesi sonucu oluştuğu şeklinde sunulsa da, ülkemizde erkeğe veri­len/sunulan bu iktidar, kolay kolay kadınlar tarafından yıkılabilecek bir davra­nış olmadığından, genellikle sadece erkeğin istediği/hazır olduğu durumlarda ve kolayca uygulanabilen bir davranış şeklidir.

ff- Kontrol İçerikli Şiddet

Kadının davranışlarını kontrol etmeye yönelik eylemler ise kadını ailesi ve arkadaşları ile görüştürmemek, hareketlerini giyim kuşamını kontrol etmek şeklinde gerçekleşmektedir[43].

b- Kadına Yönelik Şiddetin Nedenleri

Şiddet, fiziksel ruhsal ve sosyal sağlığı bozarak sağlığın bütün boyutlarını olumsuz etkilemektedir. Sorunun yaygınlığı şiddetin bir halk sağlığı problemi olarak görülmesini sağlamıştır. Konuya en son dâhil olan sağlık bilimi dışında şiddet konusu başta psikoloji olmak üzere sosyoloji, hukuk, antropoloji siyaset bilimi, kriminoloji ve tarih bilim dallarının ilgi alanına girmektedir. Bütün bu disiplinler şiddetin nedenlerini kendi bilimlerinin kuruluş mantığı çerçevesinde açıklamaktadırlar.

Ayşe Gül Altınay ve Yeşim Arat, “Türkiye’de Kadına Yönelik Şiddet” isimli kitaplarında, şiddetin nedenleri ile ilgili çalışmalarını şöyle aktarmakta­dırlar;

… Yaşadıklar şiddetin nedenleriyle ilgili görüşlerini öğrenmek için ka­dınlara şu soruyu sorduk: “Aile içinde şiddet daha çok erkeklerin kadınlara şiddet uygulaması, erkeklerin kadınları dövmesi şeklinde yaşanıyor. Sizce ne­den erkekler eşlerine şiddet uyguluyorlar, onları dövüyorlar?” Açık uçlu sordu­ğumuz bu soruya verilen yanıtlardan bir bölümünde itaatsizlik (% 13), ekono­mik sorunlar (% 14), geçimsizlik (% 6), psikolojik sorunlar (% 9) gibi konular vurgulanmış olsa da bir bölümünde de erkeklerin “güçsüzlüklerinden, acizlikle­rinden” dövdükleri (% 13), kendilerini daha üstün gördükleri için şiddet uygu­ladıkları (%10) veya şiddeti “üstünlük sağlama aracı” olarak kullandıkları (% 4) gibi tespitlere yer verilmiştir. Başka bir deyişle, görüşülen kadınların yakla­şık dörtte biri, dayak, iktidar ve hâkim “erkeklik” kurguları arasındaki ilişkiye dair yapılan feminist çözümlemelere yakın durmaktadırlar[44].

Türkiye’de kadına yönelik şiddetin nedenlerinin belirlenmesi ve soruna çözüm getirilmesi için, şiddetin toplum tarafından nasıl sunulduğu, nasıl algı­landığı incelenmelidir. Türkiye Nüfus Sağlık Araştırması’na (TNSA) göre; çalışmaya katılan kadınların %39’unun kadının yemeği yakması, kocasına kar­şılık vermesi, parayı lüzumsuz yere harcaması, çocuklarının bakımın ihmal etmesi, cinsel ilişkiye girmeyi reddetmesi gibi durumlardan en az birinin ger­çekleşmesinin, kocanın karısını dövmesi için haklı gerekçe oluşturacağını be­lirtmişlerdir. Doğu’da bu oran %49, Güneydoğuda da %50’nin üzerinde olduğu saptanmıştır (TNSA 2003). İstanbul’da 116 çift ile görüşülerek yapılan bir ça­lışmada kadınların %44’ünün en az bir kere eşinin fiziksel şiddetine maruz kaldığı ortaya koymuştur. Eşine şiddet uygulayan erkeklerin büyük çoğunluğu, eşe uyguladıkları şiddetin nedenini “söz dinlememe” olarak ifade etmişlerdir. Görüşülen kadınların %55’i ise kadının dövülmeyi hak edebileceği durumlar olduğunu belirtmişlerdir. Başka bir çalışmada ise; kadınların genellikle gele­neksel görevlerini yerine getirmedikleri ve izinsiz bir yere gittikleri için şiddete maruz kaldıkları saptanmıştır. Ankara, İstanbul ve İzmir’de yaşayan, üç farklı ekonomik tabakadan seçilmiş 1070 evli kadınla görüşülerek yapılan bir araş­tırmada eşler arasında anlaşmazlığa neden olan konuların başında “kadının ev dışında çalışıyor olması” ve “kocanın, eşinin ailesi ile görüşmesini istememesi” olduğu anlaşılmıştır. Görüşülen kadınların %21,2’si eşlerinin kendilerine karşı şiddet kullandığını söylerken, erkeğin şiddet kullanmasındaki en önemli nede­nin “maddi sıkıntı” olduğunu ifade etmişlerdir. Şiddete maruz kalan kadınların %78’i bu durum karşısında hiç bir şey yapmayıp, sabrettiklerini belirtmişleri­dir. KAMER tarafından 23 ilde 2007 kişiyle yapılan çalışmada; görüşülenlerin %64’ü erkeklerin eşlerini dövmesini doğru bulmuştur. Kadınların da %35,1’i dayak yemeyi hak eden davranışlarda bulunduklarını ifade etmişlerdir. Kabul gören şiddet meşru sayılabilmekte, sorun olarak görülmemekte ya da çoğu kez sorunu çözmenin bir aracı olarak kabul görebilmektedir. Bu geleneksel rol örüntüsü, şiddetin giderek yaygınlaşmasına ve içselleştirilmesine neden olduğu gibi, şiddete maruz kalan bireylerin yardım almalarını da güçleştirmektedir[45].

İstanbul Milletvekili Melda Onur tarafından 8 Şubat 2012 tarihinde Tür­kiye Büyük Millet Meclisine sunulan ve Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin tarafından yazılı olarak cevaplandırılması istenen “soru önergesi içinde yaptığı tespitler” şöyledir; Medyada hemen her gün sayfalarda görmeye alıştığımız kadına yönelik şiddet haberleri kamuoyunda bu tür vakıaların ka­nıksandığına dair izlenim uyandırmaktadır. Bianet, bu haberlerin sıradan vakı­alar olarak kenarda kalmaması için kadına yönelik şiddet haberlerinin dökü­münü yapmaya başlamıştır. Bianet’in çetelesine göre; erkekler 2011’de 257 kadın, 32 erkek, 14 çocuk ve iki bebek öldürdü, en az 102 kadın ve 59 kız ço­cuğuna tecavüz etti. 2011’de koruma talep ettiği savcılığa veya polise şikâyette bulunduğu ya da sığınma evlerine yerleştirildiği halde 11 kadın öldürüldü, 3 kadın ağır yaralandı. Erkekler 2010’da 217 kadın ve 3 çocuğu öldürmüş, en az 207 kadın ve kız çocuğuna tecavüz etmişti. 2012 Ocak ayı raporuna göre ise 2012’nin ilk ayında erkekler 12 kadın öldürdü, 26 kadın ve 2 çocuk yaraladı, 10 kadına tecavüz etti, 5 kadını seks işçiliği yapmaya zorladı, 35 kadını taciz etti ve en çok şiddet Marmara bölgesinde yaşandı[46].

Bursa Milletvekili Sena Kaleli tarafından 15 Şubat 2012 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulan ve Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin tarafından yazılı olarak cevaplandırılması istenen soru önergesi ile ilgili olarak verilen cevabın bir kısmında yer alan istatistiklere göre; eşi veya birlikte olduğu kişilerden yaşamının herhangi bir döneminde fiziksel şiddet görmüş kadınların oranı, Kuzey Doğu Anadolu Bölgesi yüzde 53, Orta Anadolu Böl­gesi yüzde 50, Güneydoğu Anadolu Bölgesi yüzde 48, Ortadoğu Anadolu Böl­gesi yüzde 47, Batı Karadeniz Bölgesi yüzde 43, Batı Anadolu Bölgesi yüzde 42, Akdeniz Bölgesi yüzde 42, Doğu Karadeniz Bölgesi yüzde 38, İstanbul yüzde 37, Doğu Marmara Bölgesi yüzde 36, Ege Bölgesi yüzde 31, Batı Mar­mara Bölgesi yüzde 25 olarak bildirilmiştir[47].

Türkiye’de aile içinde yaşanan şiddet sorununun çözülebilmesi için bütün şiddet tiplerine yönelik önleyici bir yaklaşıma ihtiyaç vardır. Çünkü genelde bir şiddet tipinin görüldüğü ortamda diğerlerinin ortaya çıkma olasılığı daha yük­sektir. Bu nedenle bütün şiddet tiplerinin bilinmesine gerekir.

Kadınlar, şiddet tiplerinin tümü ile karşılaşmaktadır. Kadınlar kadın inti­harları, kadını intihara zorlama, kız çocuklarına yönelik çeşitli biçimlerde or­taya çıkan şiddet, kadının eşinden kaynaklanan şiddet, yaşlı kadınların yaşa­dıkları şiddet, kadınların sokakta yaşadıkları cinsel taciz, kapkaç şeklinde yaşa­nan şiddet, kadına yönelik olarak politikalar aracılığı ile oluşan şiddet, kadınla­rın çalıştırılmaması, iş yaşamında düşük ücretle çalıştırılması gibi çeşitli bi­çimlerde şiddet görmektedir. Bu nedenle kadına yönelik şiddetin bireysel, sos­yal ve kültürel nedenlere ve koşullara bağlı olarak ortaya çıktığı düşünülmektedir.

aa- Bireysel Nedenler

Kadınlar genelde eşleri, babaları ve erkek kardeşleri gibi tanıdıkları kişi­lerden şiddet görmektedir. Özellikle aile içinde kadına yönelik şiddete bakıldı­ğında şiddet uygulayan erkeklerin ortak özelliği genç ve düşük gelirli olmaları­dır. Bazı çalışmalara göre ise bir erkeğin çocuklukta ve ergenlikte yoksulluk çekmesi, düşük okul başarısına sahip olması ve ergenlikte saldırganlık içeren suça karışmış olması yirmili yaşlara geldiğinde eşine fiziksel şiddet uygulaması açısından önemli bulunmuştur.

bb- Ailede Şiddet Öyküsü

Bireysel faktörlerden birisi çocuklukta aile içinde şiddetin yaşanmış ol­masıdır. Bu faktör erkeğin erişkinlikte birlikte olduğu kadına şiddet uygulaması açısından önemli görülen etkenlerden biridir. Çocukluğunda şiddete maruz kalmış ya da annelerine şiddet uygulandığına tanık olmuş kocaya sahip kadın­ların, eşlerinden şiddet görme sıklıklarının, şiddete maruz kalmayanlara göre daha yüksek olduğu görülmektedir. Eşlerine şiddet uygulayan erkeklerin büyük kısmının çocukluğunda fiziksel istismara uğramış olma ya da annelerinin dö­vüldüğüne şahit olma gibi bir özellikleri varken, fiziksel olarak istismar edilen ya da fiziksel istismara tanık olan bütün çocukların yetişkinlikte kendilerinin de çevrelerindeki kişileri istismar eden bireyler olacaklarını söylemek mümkün değildir.

cc- Alkol Kullanma

Erkeğin alkol kullanması diğer koşullar değişse bile kadının kocasından şiddet görmesi ile ilgili olarak önemini koruyan bir etkendir. Birçok araştırma­cıya göre alkol, engellenmeleri ortadan kaldırarak şiddetin ortaya çıkması ola­sılığını artırmakta, muhakeme gücünü azaltmakta ve bireyin karar verme yete­neğini bozmaktadır. Ağır alkol alımı ise çiftler arasında tartışma çıkmasına neden olarak kadının şiddet görme riskini artırmaktadır. Kanada’da yapılan bir çalışmaya göre, aşırı alkol alan erkeklerle birlikte yaşayan kadınların eşleri tarafından dövülme riskinin alkol almayanlara göre beş kat daha fazla olduğu gözlemlenmiştir.

dd- Kişilik Bozuklukları

Yapılan bazı çalışmalar eşlerini istismar eden erkeklerin duygusal açıdan daha bağımlı, güvensiz, benlik saygısı düşük, dürtü kontrolü konusunda yeter­siz kişiler olduklarını gösteren bulgulara ulaşmıştır. Eşlerine şiddet uygulayan erkekler, şiddet uygulamayanlara göre daha fazla öfkelenen ve düşmanlık duy­guları taşıyan, duygu durumu daha depresif, antisosyal, saldırgan ve sınırda kişilik bozukluğu ölçeklerinden daha yüksek puan alan kişilerdir. Ancak eşle­rini istismar eden erkeklerin tümünün bu tür psikopatolojik bozukluklar göster­diğini söylemek mümkün değildir.

ee- İlişkinin Biçimi ile İlgili Faktörler

Kişiler arası düzeyde kadına yönelik şiddeti etkileyen en önemli ilişkisel faktörler olarak evlilikte çatışma ya da ilişkide uyumsuzluk ortaya çıkmaktadır. Evlilikteki çatışma bütün çalışmalarda oldukça önemli bir etken olarak saptan­mıştır.

ff- Toplumsal Faktörler

Kadına karşı fiziksel şiddet bütün sosyo-ekonomik gruplarda görülen bir durum olmasına karşılık, yoksul kadınların fiziksel şiddetten daha fazla etki­lendiği görülmüştür. Yoksulluğun neden şiddet riskini artırdığı konusu tam olarak anlaşılmış değildir. Doğrudan yoksulluğun kendisi mi yoksa yoksulluğa eşlik eden aşırı kalabalık ve umutsuzluğun mu şiddeti ortaya çıkardığı bilin­memektedir. Yoksulluk içinde yaşayan erkeklerin tükenme duygusu ve ailenin geçimini sağlama konusunda oluşan kültürel beklentiyi karşılamakta yetersiz kalmaları gibi nedenlerle yaşadıkları stresi yaşamlarının her anına genelleye­bildikleri görülmektedir. Ayrıca bu durum evlilikte çatışmaların, fikir uyuş­mazlıklarının ortaya çıkmasına neden olmakta ya da kadınların şiddet içeren, yetersiz bir ilişkiyi terk etmesini engelleyen bir faktör olarak da ortaya çıka­bilmektedir.

Toplumun kadına yönelik şiddete bakış açısı da önemli bir diğer faktör­dür. Kadına yönelik şiddet sıklığının farklı olduğu 16 ülkede yapılan bir çalış­mada, en düşük sıklıklar kadına yönelik şiddete kesin toplumsal yasakların getirilmiş olduğu, şiddet gören kadınlara aile ve sığınma evleri aracılığıyla ko­runma sağlanan toplumlarda bulunmuştur. Toplumsal yasaklar, yasal düzenle­meler ya da çevredeki aile bireyleri ya da komşuların ayıplaması şeklinde or­taya çıkan müdahaleler olabilmektedir.

Kadının eşinden şiddet görmesi, geleneksel toplumsal cinsiyet rolünün dı­şına çıkması ve iş yaşamına katılması şiddeti tırmandıran bir etken gibi görün­mektedir. Kadının statüsünün çok düşük olduğu toplumlarda ise kadına yönelik şiddetin daha az olduğu iddia edilmektedir. Çünkü bu toplumlarda erkeklerin kadınlar üzerindeki otoritesi mutlaktır ve kadınlar tarafından da kabul edildiği için erkekler otorite kurmak ve bunu sürdürmek için şiddete başvurmak gere­ğini duymazlar. Diğer yandan kadının statüsünün yüksek olduğu toplumlarda kadınların dayanışma içerisinde davranarak geleneksel toplumsal cinsiyet rolle­rini sorgulayıp değiştirebilecek yeterli güce erişebildikleri öne sürülmektedir.

Aile içinde kadına yönelik şiddeti etkilediği düşünülen başka etkenler de vardır. Ancak bunlar üzerinde çok araştırma yapılmamıştır. Bu etkenler top­lumda işlenen diğer şiddet suçlarının görülme sıklığı, toplumun sahip olduğu moral değerlerin düzeyi, ailenin mahremiyeti ile ilişkili sosyal normlar, erkeğin kadın üzerindeki hâkimiyeti ile ilişkili toplumsal normlar olarak sıralanmaktadır.

gg- Kültürel Etkenler

Erkeklerin ailede ekonomik yönden baskın ve esas karar verici konu­munda oldukları, kadınların çeşitli nedenlerle kolay boşanamadıkları, yetişkin­lerin çatışmaları çözmek için şiddete başvurdukları toplumlarda kadınlar eşle­rinden daha fazla şiddet görmektedir.

Kadına yönelik şiddeti artırdığı düşünülen diğer etkenler arasında savaş, iç çatışma ya da diğer sosyal kargaşa ortamlarının varlığı ya da bu tür ortam­lardan yeni çıkılmış olması da bulunmaktadır. Ayrıca bireylerin ateşli silâhları kolayca edinebildikleri, kadın erkek ilişkilerinin sağlıklı olmadığı ortamlarda kadının şiddet görme olasılığı artmaktadır. Ekonomik ve sosyal kargaşa or­tamlarında kadınların daha özgürleştiği, aileye ekonomik olarak katkı sağlaya­bilmek için daha fazla sorumluluk aldıkları, erkeklerin ise ailenin korunması ve geçiminin sağlanması gibi geleneksel toplumsal cinsiyet rollerine uygun davra­namadıkları görülmektedir. Bu durum kadınların şiddet görme riskini artır­maktadır.

hh- Medya

Günümüzde yaşanan gelişmeler ve iletişim teknolojisinin yeni hizmetleri, görsel-işitsel alanda özellikle televizyon yayınlarında etkili olmaktadır. Dolayı­sıyla televizyonun teknik gelişimi, alıcı ve verici sayısındaki artışlar, program­ların niteliği, çeşitliliği, sunuş biçimleri ve yapımına ilişkin gelişmeleri de be­raberinde getirmektedir. Ayrıca bugün dünyada yaşanan dijital savaşlar, iç ça­tışmalar, terör, açlık, doğal felaketler gibi sonuçta dehşet, şiddet, gözyaşı ve ölüm getiren olumsuzlukların anında bütün insanlar tarafından bilinmesi, ya­şanması, sorunların dünya insanını ilgilendirmesi, açıkçası yaşamın küresel­leşmesi, olayları haber programları içinde bile günde birkaç kez tekrarlanması, “yayıncılığın” yerini rekabet ve ticari kaygıya bırakması sonucu, insanlık yeni bir sorunla “medya da şiddet”le yüz yüze gelmiştir.

Bugün izlediğimiz yayın kanallarında özellikle sabah kuşağı kadına yö­nelik programların içerikleri sunum biçimleri birbirine oldukça benzerlikler göstermektedir. Sözkonusu yapımlarda belirleyici ögenin format ve sunum biçimi olduğu görülmektedir. Bu kapsamda şiddet, boşanma, terk, kayıp, kay­bolma ve ekonomik merkezli sorunlar vb. belirli bakış ve yönlendirme boyu­tunda sunularak bireye, aileye, dünyaya ve gündelik yaşamımıza ilişkin bakış ve algılamamıza modeller/eylem haritaları sunulmaktadır.

Dolayısıyla, aile/özel yaşamın (özel alan ve mahremiyetin) kamuya su­nulması şeklinde teşhirci/röntgenci konum, benzer konumda olanların varlığı nedeniyle yaşanan özdeşleşme/meşrulaştırma/rahatlama, sorunların sisteme olan bağlarını gösterici nedenselliklerin yerine bireysel neden ve çözümlerin sunulması, hatta çözümsüzlük, aileyi ve özellikle kadını yaralamaktadır.

Medyadaki kadın ve şiddet konusuna baktığımızda gerçekten, iç içe geç­miş bir şiddet anlayışının egemen olduğu söylenebilir[48].

Şiddet hareketleri, ister ev içinde ister toplumda meydana gelsin kadının hayatına korku ve güvensizlik sokmakta, eşitlik, kalkınma ve barış hedeflerinin başarılmasını engellemektedir. Kadına yönelik şiddet, erkeklerin hâkimiyetine ve kadına yönelik ayrımcılığa yol açan, kadının ilerlemesini engelleyen kadınla erkek arasında çağlar boyunca sürmüş eşit olmayan güç ilişkisinin görünürdeki yüzüdür. Kadına yönelik şiddetle ilgili araştırmaların yeterli olduğunu söyle­mek mümkün değildir. Ancak, bu konuda söylenebilecek tek şey, kadına yöne­lik bütün şiddet türlerinin dünyada kayıtlara tam olarak geçirilmiyor olmasıdır.

Kadına yönelik şiddetin, kadınların % 10 ila % 69’unu etkileyen bir sorun olduğu saptanmıştır. Kadının ölmesine, sakatlanmasına fiziksel, ruhsal ve sos­yal sağlığının olumsuz etkilenmesine neden olan kadına yönelik şiddetin yay­gınlığı ve yüksek sıklığı DSÖ tarafından öncelikli bir halk sağlığı sorunu olarak değerlendirilmesine neden olmuştur. DSÖ tarafından Kasım 2005’de yayınla­nan raporda, 10 ülkeden (Bangladeş, Brezilya, Etiyopya, Japonya, Peru, Na­mibya, Samoa, Sırbistan, Tanzanya ve Tayland) 24.000 kadınla yapılan görüş­melere dayanarak sorunlar saptanmış ve yapılması gerekenler 15 öneri başlığı altında toplanmıştır[49].

Kadınlar daha anne karnında iken başlamak üzere ölümlerine kadar olan süreçte kız çocuk aleyhine cinsiyet seçimi ile başlayan bir dizi farklı özellikte şiddete maruz kalmaktadırlar. Kadınların şiddet gördüğü en önemli dönemler­den biri de gebelik dönemidir. Yapılan çalışmalar her dört kadından birinin gebelik döneminde şiddet gördüğünü göstermektedir. Gebelikte şiddetin kadı­nın ve doğacak bebeğin sağlığı üzerinde olumsuz etkileri bulunmaktadır. Şiddet gören gebe kadınlar daha az doğum öncesi bakım almanın yanında yetersiz kilo artışı, düşük, vajinal kanama, gibi sağlık sorunları yaşarken, ölü doğum, düşük doğum ağırlıklı bebek, erken doğum, fetal kırık gibi bebeğin sağlığını olumsuz etkileyen sonuçlara yol açmaktadır. Kadınların yaşamları boyunca maruz kal­dıkları diğer şiddet biçimleri aşağıda sıralanmıştır.

Bu şiddet biçimleri arasında en sık görülenlerinden birisi kadının eşinden, birlikte yaşadığı erkekten ya da cinsel birliktelik yaşadığı erkekten gördüğü şiddettir. Birbirinden farklı 48 ülkede yapılmış toplum tabanlı araştırmalara göre kadınların %10 ile %69’u yaşamlarının bir döneminde birlikte olduğu erkekten fiziksel şiddet gördüğünü ifade etmiştir[50].

1980’lerden bu yana ülkemizde kadının toplumsal yaşama katılımı konu­sunda yasal ve kurumsal alanda olumlu değişiklikler gerçekleştirilmiştir. Özel­likle sivil toplum kuruluşlarının kendi alanlarını belirlemede inisiyatif kullanma yönünde geliştirdikleri stratejiler Türkiye’de kadının statüsünün düzeltilmesi ve kadınların toplum içinde birey olarak güçlenmeleri açısından büyük önem ta­şımaktadır. Öte yandan kadının statüsünü belirleyen en temel öge olan toplum­sal cinsiyet kavramı konusunda bir tartışmanın açılması, toplumsal bir farkındalık ve duyarlılık geliştirilmesi, kadınlar açısından olumsuzluklar taşı­yan uygulamalara yönelik müdahalelerin yapılması yaşamsal önem taşımakta­dır.

Kadının her alanda ve her düzeyde ilerlemesine yönelik mekanizmalar kurulması ve var olanların geliştirilmesi yönünde Türkiye’de iç ve dış geliş­meler doğrultusunda yapılan faaliyetler, son yıllarda hem devlet hem de sivil toplum kuruluşları açısından gelişme göstermiştir. “Bir birey olarak kadının kimliği”, “insan haklarının bir parçası olarak kadın hakları” ve “kadınlarda bilinç yükseltmesi” çalışmaları kadına yönelik politikalar olarak benimsenmiş­tir.

Anayasa’da yapılan değişikliklerin yanı sıra, özellikle medeni hukuk ve ceza hukukunu yeniden düzenleyen iki temel yasa hem dilleri hem de içerikleri açısından kadın-erkek ilişkilerine devletin yaklaşımını sergileyen çerçeveyi oldukça değiştirmiştir. Ancak bu yasalarda ve diğer yeni düzenlemelerde hem içerik hem uygulama alanında eksikler bulunmaktadır. Örneğin, Belediyeler Yasasında nüfusu elli bini aşan belediyelere sığınma evi açma yükümlülüğü getirilmiştir ancak bu birçok yönden yetersiz ve hatta yanlıştır. Belediyelerin ekonomik olanaklarının sınırlılığı yanında yöresel kültürel ve siyasi baskılara daha açık olmaları nedeniyle kadınların hakları ve kadınların korunması yö­nünde gerekli irade ve yaptırım gücünü gösterememe olasılıkları çok yüksektir. Nitekim bugüne kadar yasanın bu boyutunu uygulama yönünde belediyelerde bir hareket görülmediği gibi, merkezden de belediyeleri yaptırıma iten bir uyarı veya destek gitmemiştir.

Devletin şiddete karşı mücadelesi yasal boyutla sınırlanamaz; bu konu­daki mücadele çok yönlü ve kapsamlı bir strateji gerektirmektedir. Çözüm, temel nedenlere inilerek bir plan çerçevesinde ve bir toplumsal dönüşüm pro­jesi oluşturmakta yatmaktadır. Ayrıca, plan şiddetin temel nedenlerine yönelen önleyici tedbirlerin yanında şiddete maruz kalanlara gerekli yardım ve desteği sağlama şeklinde iki temel yaklaşımı içermelidir.

Şiddetin gördüğü toplumsal onay düşünülerek, erkeğin onurunun ailenin kadın üyeleri (karısı, kızı, kızkardeşi, baldızı, annesi, kaynanası, yengesi vb.) üzerine kurduğu kontrol ve şiddet (hatta işlediği cinayet) ile korunmadığı, tam tersine bunları yapmanın bir onursuzluk olarak algılanmasını sağlayacak bir kültürel dönüşüm amaçlanmalıdır. Aynı şekilde söz konusu dönüşüm mağdur olan çocuk ve kadının kendi mağduriyetlerinden utanmadan, aileden ve çevre­den dışlanma korkuları olmadan, başlarına gelenin kendi suçları ve ayıpları olmadığını bilerek, yaşadıklarını söyleyebilme, faili suçlayabilme, yardım is­temeye ve hak aramaya kalkışabileceği bir davranış biçimi olabilmektedir. An­cak, maddi dayanaklar olmadan kültürel dönüşümün gerçekleşmesi söz konu olamaz. Bu nedenle, kadının kendini güçlü hissedebilmesi, öz güven sahibi olabilmesi için gerekli olanaklarının çoğaltılması ve toplumsal statüsünün yük­seltilmesi gerekmektedir. Önleyici tedbirler çoğunlukla uzun vadede etkisini göstereceğinden, şiddeti bugün yaşayan kadın için de yardım mekanizmaları oluşturulmalıdır.

Kadına karşı şiddet ile mücadele edilmesini sağlayacak toplumsal bilincin oluşması, sistemli kurumsal yapıların oluşturulması, gerek ulusal gereksinimlerden gerekse uluslararası yükümlülüklerimizin gereği olarak, kadına karşı şiddetin ön­lenmesine yönelik çalışmalar yasal ve kurumsal düzeyde sürdürül­mektedir.

10.11.2004 tarihinde kabul edilen ve 13.11.2004 tarih ve 25642 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 5256 sayılı Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğü Teşkilât ve Görevleri Hakkında Kanun ile ülkemizdeki sosyal so­runların tespiti ve çözümü ile Türk ailesinin bütünlüğünün korunması, güçlen­dirilmesi ve sosyal refahının artırılmasına yönelik ulusal ve uluslararası bilim­sel araştırmalar yapmak veya yaptırmak, projeler geliştirmek, desteklemek, bunların uygulamaya konulmasını sağlamak ve aileye yönelik millî bir politi­kanın oluşmasına yardımcı olmak üzere, Başbakanlığa bağlı Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğü kurulmuştur.

27.10.2004 tarihinde kabul edilen ve 6.11.2004 tarih ve 25635 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 5251 sayılı Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun ile kadının insan haklarının korunması ve geliştirilmesine yönelik çalışmalar yapmak, kadınların sosyal, ekonomik, kültürel ve siyasal yaşamdaki konumlarını güçlendirmek, hak, fırsat ve imkân­lardan eşit biçimde yararlanmalarını sağlamak üzere Başbakanlığa bağlı Kadı­nın Statüsü Genel Müdürlüğünün kurulması ile teşkilat, görev ve yetkilerine ilişkin esasları düzenlenmiştir.

Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü’nün[51] 1994 yılında yaptır­dığı “Medya, Şiddet ve Kadın” adlı araştırması, Aile Araştırma Kurumu’nun[52] 1995 yılında, “Aile İçi Şiddetin Sebep ve Sonuçları” araştırması, Kadının Sta­tüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü’nün 1995 yılında yaptırdığı “Ailede Ka­dına Karşı Şiddet ve Kadın Suçluluğu” araştırması, Kadın Dayanışma Vakfı 1995 yılında yaptığı kadına yönelik şiddet çalışması ve Aile Araştırma Ku­rumu’nun yaptırdığı 1997 tarihli “Aile İçinde ve Toplumsal Alanda Şiddet” araştırması sonuçlarına göre ülkemizde kadına yönelik şiddetin yaygın bir top­lumsal sorun olduğu görülmektedir.

Yine Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü tarafından Nisan 2012’de hazırlanan “Türkiye’de Kadının Durumu”[53] isimli çalışma önemli so­nuçlar barındırmaktadır.

“2003 yılı Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması” kapsamında, kadınların aile içi şiddet biçimlerinden özellikle fiziksel şiddete ilişkin tutumları ne kadar içselleştirdiklerinin belirlenmesi amacıyla kadınların ekonomik ve cinsel ne­denlere dayalı olarak kocasının karısını dövmesinin haklı bulup bulmadıklarına dair sorular sorulmuştur. Araştırmada, 15-49 yaş grubunda bulunan kadınların; %39’u belirtilen nedenlerden en az birini kocasının kendisini dövmesi için haklı bir neden olarak belirtmiştir.

Ülke genelinde kadına yönelik şiddet konusunda kapsamlı ve sistematik bir araştırma yapılmamakla birlikte, yapılan bu araştırmalar durumun önemini oldukça açık bir biçimde ortaya koymaktadır. Araştırma sonuçlarına bakıldı­ğında kadınların eğitim durumlarına ve sosyo–ekonomik yapılarına göre şid­dete maruz kalma oranları değişse de şiddet, toplumun her kesiminde yaygın olarak görülmektedir. Bu sonuçlardan yola çıkarak şiddet, mücadele edilmesi gereken önemli bir sosyal sorun olma özelliğini taşımaktadır. Bu mücadelede karşılaşılan en önemli güçlüklerden biri şiddetin büyük oranda “Aile içi ve mahrem” bir konu olarak algılanmasıdır. Bu anlayış şiddet mağduru kadınların, uğradıkları şiddete karşı yasal/yargısal süreci işletme konusunda girişimde bu­lunmalarını büyük ölçüde engellemektedir. Kadına karşı şiddetle mücadelede karşılaşılan diğer bir güçlük ise şiddet mağduru kadınlarla doğrudan temasta bulunan kolluk kuvvetlerinin, yargı mensuplarının ve sağlık personelinin şid­detin kapsamı ve şiddete müdahale yöntemleri hakkında bilgi ve deneyimleri­nin sınırlı olmasıdır. Ülkemizde aile içinde şiddete uğramış kız çocuklarına yönelik hizmetlerin sunulabileceği kurumlar ve acil yardım hatları henüz tam olarak kurumsallaştırılmamıştır. Kadına yönelik şiddetin yaygınlığı dikkate alındığında bu konuda sunulan destek ve yardım hizmetlerinin ve etkin politi­kaların yeterli olduğunu söylemek mümkün değildir. Kadına yönelik şiddetle mücadele konusunda merkezi ve yerel yönetimlere, sivil toplum örgütlerine büyük görevler düşmektedir.

İKİNCİ BÖLÜM

Koruyucu ve Önleyici Tedbirlere İlişkin Hükümler

Mülkî amir tarafından verilecek koruyucu tedbir kararları [54]

Madde 3 – (1) Bu Kanun kapsamında korunan kişilerle ilgili olarak aşağıdaki tedbirlerden birine, birkaçına veya uygun görülecek benzer ted­birlere mülkî amir tarafından karar verilebilir:

a) Kendisine ve gerekiyorsa beraberindeki çocuklara, bulunduğu yerde veya başka bir yerde uygun barınma yeri sağlanması.

b) Diğer kanunlar kapsamında yapılacak yardımlar saklı kalmak üzere, geçici maddi yardım yapılması.

c) Psikolojik, meslekî, hukukî ve sosyal bakımdan rehberlik ve da­nışmanlık hizmeti verilmesi.

ç) Hayatî tehlikesinin bulunması hâlinde, ilgilinin talebi üzerine veya re’sen geçici koruma altına alınması.

d) Gerekli olması hâlinde, korunan kişinin çocukları varsa çalışma yaşamına katılımını desteklemek üzere dört ay, kişinin çalışması hâlinde ise iki aylık süre ile sınırlı olmak kaydıyla, on altı yaşından büyükler için her yıl belirlenen aylık net asgari ücret tutarının yarısını geçmemek ve belgelendirilmek kaydıyla Bakanlık bütçesinin ilgili tertibinden karşılan­mak suretiyle kreş imkânının sağlanması.

(2) Gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde birinci fıkranın (a) ve (ç) bentlerinde yer alan tedbirler, ilgili kolluk amirlerince de alınabilir. Kol­luk amiri evrakı en geç kararın alındığı tarihi takip eden ilk işgünü içinde mülkî amirin onayına sunar. Mülkî amir tarafından kırksekiz saat içinde onaylanmayan tedbirler kendiliğinden kalkar.

I- HÜKÜMET GEREKÇESİ

Madde ile şiddete uğrayan veya şiddete uğrama tehlikesi bulunan kişiler hakkında mülkî idare amiri ve gecikmesinde sakınca bulunan hallerde kolluk amirleri tarafından verilecek koruyucu tedbirler ayrıntılı ve karışıklığa yer ver­meyecek şekilde düzenlenmiştir. Ayrıca kişilerin içinde bulundukları özel du­rumlar dikkate alınarak, olayın özelliklerine uygun tedbirlerin alınacağı hususu da hüküm altına alınmıştır.

II- ADALET KOMİSYONU DEĞİŞİKLİK GEREKÇESİ

Korunan kişinin, çalışması durumunda varsa çocukları için tedbir kararı süresince çalışma hayatına katılımını desteklemek üzere varsa çocukları için gerektiğinde iki aylık süreyle sınırlı kalmak kaydıyla kreş imkânının sağlan­ması hususunda Komisyonumuzca değişiklik yapılmıştır. Tasarının 3’üncü maddesi yapılan değişiklikler doğrultusunda kabul edilmiştir.

III- TBMM – ÖNERGE DEĞİŞİKLİK GEREKÇESİ [55]

Maddede korunan kişiye kreş imkânının sağlanması ve verilecek koru­yucu tedbir kararının açık ve net bir şekilde uygulanmasını sağlamak amacıyla bu önerge verilmiştir.

II- AÇIKLAMA

6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanunun getirdiği en önemli düzenlemelerden biri de şiddet mağdurlarına verilecek destek ve hizmetlerin sunulmasında temel insan haklarına dayalı, kadın erkek eşitliğine duyarlı, sosyal devlet ilkesine uygun, adil, etkili ve sü­ratli bir usulün izlenmesinin emredilmesidir. Alınan tedbirlerin gerçek anlamda amacına uygun olmasını ve mağduru korumasını hedefleyen bu düzenleme, aynı zamanda gecikmeden doğan sakıncaların da önüne geçmeyi hedeflemekte, şiddete uğrayan veya şiddete uğrama tehlikesi bulunan mağdura kanunun sun­duğu korumadan süratle ve etkin olarak faydalanma olanağı getirmektedir.

Şiddet uygulayana karşı alınacak tedbirlerin yerine getirilmesinde insan onuruna yaraşır bir uygulama tarzının emredilmesinin yanında özellikle kadın­lara yönelik cinsiyete dayalı şiddetin önlenmesi ve kadınların cinsiyete dayalı şiddetten korunması amacıyla alınan özel tedbirlerin ayrımcılık olarak yorum­lanamayacağı Kanunun ilk maddesinde açıkça belirtilmiştir.

A- Mülkî Amir Tarafından Verilecek Koruyucu Tedbir Kararları

1- Mülkî Amir

Kanunda bahsi geçen “mülkî amir” ibaresinden kimleri anlamamız gere­kir?

Türkiye, merkezi idare kuruluşu bakımından coğrafya durumuna, iktisadi şartlara ve kamu hizmetlerinin gereklerine göre illere; iller ilçelere ve ilçeler de bucaklara bölünmüştür.

İl genel idaresinin başı ve mercii validir. İllerde, valilerin tayin ve tesbit ettiği işlerde yardımcılığını ve valinin bulunmadığı zamanlarda vekilliğini yapmak üzere vali muavinleri bulunur. Valiliğin yazı işlerinin düzenlenmesin­den de vali muavini sorumludur. Vali, ilde Devletin ve Hükümetin temsilcisi ve ayrı ayrı her Bakanın mümessili ve bunların idari ve siyasi yürütme vasıtasıdır. Vali, il sınırları içinde bulunan genel ve özel bütün kolluk kuvvet ve teşkilatı­nın amiridir. Suç işlenmesini önlemek, kamu düzen ve güvenini korumak için gereken tedbirleri alır. Bu maksatla Devletin genel ve özel kolluk kuvvetlerini istihdam eder, bu teşkilat amir ve memurları vali tarafından verilen emirleri derhal yerine getirmekle yükümlüdür. Vali, kanun, tüzük, yönetmelik ve Hü­kümet kararlarının neşir ve ilanını ve uygulanmasını sağlamak ve Bakanlıkların talimat ve emirlerini yürütmekle ödevlidir. Bu işlerin gerçekleştirilmesi için gereken bütün tedbirleri almaya yetkilidir. Kanun, tüzük, yönetmelik ve Hü­kümet kararlarının verdiği yetkiyi kullanmak ve bunların yüklediği ödevleri yerine getirmek için valiler genel emirler çıkarabilir ve bunları ilan ederler.

İlçe genel idaresinin başı ve mercii kaymakamdır. Kaymakam, ilçede Hü­kümetin temsilcisidir. İlçenin genel idaresinden kaymakam sorumludur. Ba­kanlıkların kuruluş kanunlarına göre ilçede lüzumu kadar teşkilatı bulunur. Kaymakam, kanun, tüzük yönetmelik ve Hükümet kararlarının neşir ve ilanını, uygulanmasını sağlar ve bunların verdiği yetkileri kullanır ve ödevleri yerine getirir. Kaymakam, valinin talimat ve emirlerini yürütmekle ödevlidir.

Bucak ise coğrafya, ekonomi, güvenlik ve mahalli hizmet bakımlarından aralarında münasebet bulunan kasaba ve köylerden meydana gelen bir idare bölümüdür. Bucak müdürü, bucakta en büyük Hükümet memuru ve temsilcisi­dir. Bu sıfatla; Bucağın genel idaresinden sorumludur; kanun, tüzük, yönetme­lik ve Hükümet kararlarının yayınlanmasını ve uygulanmasını sağlar. Bunların kendisine verdiği yetkileri kullanır ve ödevleri yerine getirir; Kaymakamlar, bucağa ait bütün işleri doğrudan doğruya bucak müdürüne yazarlar. Bucak mü­dürleri bucağın bütün işleri hakkında bağlı bulundukları kaymakamlıklarla mu­habere ederler, kanun, tüzük, yönetmelik ve Hükümet kararları ve bunlarla il­gili olarak verilecek emirler, bucak teşkilatına dâhil dairelere bucak müdürleri vasıtasiyle tebliğ olunur.

İl İdaresi Kanunu mülkî amir olarak vali, kaymakam ve bucak müdürünü işaret etmektedir.

İl İdaresi Kanununa göre ülkemizin en küçük mülkî idare birimi olan bu­caklar, zamanında çok önemli hizmetler verilmesine vesile olmakla beraber günümüzde hem personel hem de örgütlenme yönünden tamamen fonksiyonsuz hale gelmiş olsalar da halen hukukî varlığını sürdürmektedir. Cumhuriyetin kuruluşundan sonra sayıları sürekli artan bucakların 1990’lı yıllardan sonra birçoğunun ilçe olması ve yenilerinin kurulmaması nedeniyle sayıları giderek azalmıştır. Son olarak 06.03.2008 tarihli ve 5747 sayılı Büyükşehir Belediyesi Sınırları İçerisinde İlçe Kurulması ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunla 50 adet Bucağın tüzel kişiliği kaldırılmıştır. Halen resmi kayıtlarımızda 634 bucak bulunmaktadır.

Bucak, hukuken varlığını sürdürmekle birlikte günümüzde Bucak Müdürü uygulamasına yer verilmemektedir. Bu itibarla Kanunda düzenlenen “mülkî âmir” teriminden illerde vali veya bu konuda yetkilendirdiği yardımcısı, ilçe­lerde ise kaymakam anlaşılmalıdır.

2- Koruyucu Tedbir Kararları

Maddede, korunan kişiler ile ilgili olarak mülkî amir tarafından hangi tedbirlere karar verileceği düzenleme altına alınmıştır. Sıralanan tedbirler tahdidî[56] değil fakat tadadîdir[57]. Diğer bir deyişle, yasa koyucu uygulanacak tedbirleri sınırlamamış, her olayın kendi özelliğine göre yasanın amacına ula­şabilmesi ve mağdurun gerçek anlamda koruma altına alınabilmesi için bu ted­birlerin birine, birkaçına veya uygun görülecek “benzer” tedbirlere mülkî ami­rin karar verebileceğini düzenleme altına almıştır.

a- Barınma yeri

Maddenin a bendinde, “kendisine ve gerekiyorsa beraberindeki çocuklara, bulunduğu yerde veya başka bir yerde uygun barınma yeri sağlanması” denmek suretiyle şiddet mağduruna ve varsa çocuklarına koşullara uygun barınma im­kânının sağlanması düzenlenmiştir.

Barınma yeri tedbirine gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde kolluk amiri de karar verebilir.

“Özel Hukuk Tüzel Kişileri ile Kamu Kurum ve Kuruluşlarınca Açılan Kadın Konukevleri Yönetmeliği” ve “Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu’na Bağlı Kadın Konukevleri Yönetmeliği”, fiziksel, duygusal, cinsel ve ekonomik istismara uğrayan kadınların, psiko-sosyal ve ekonomik sorunla­rının çözümlenmesi sırasında varsa çocukları ile birlikte ihtiyaçlarını karşıla­mak amacıyla geçici bir süre kalabilecekleri yatılı sosyal hizmet kuruluşları olarak kadın konukevlerini düzenleme altına almıştır. Bu yönetmelikler çerçe­vesinde faaliyet gösteren kadın konuk evleri, kanunun uygulamasına hizmet edecektir.

b- Maddi yardım

Mülkî amir, diğer kanunlar kapsamında yapılacak yardımlar saklı kalmak üzere, mağdura geçici maddi yardım yapılmasına karar verebilir. Kolluk amiri­nin böyle bir tedbir uygulama yetkisi bulunmamaktadır.

c- Rehberlik ve danışmanlık hizmeti

Mülkî amir, mağdurun ihtiacını gözeterek psikolojik, meslekî, hukukî ve sosyal bakımdan rehberlik ve danışmanlık hizmeti verilmesine karar verebilir. Kolluk amirinin böyle bir tedbir uygulama yetkisi bulunmamaktadır.

d- Koruma altına alma

Kanunun koruma kapsamına aldığı kişilerin hayatî tehlikesinin bulunması hâlinde, ilgilinin talebi üzerine veya re’sen geçici koruma altına alınmasına mülkî amir karar verebilir.

Koruma altına alma tedbirine gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde kolluk amiri de karar verebilir.

e- Kreş imkanı

Kanunda, gerekli olması hâlinde, korunan kişinin çocukları varsa çalışma yaşamına katılımını desteklemek üzere dört ay, kişinin çalışması hâlinde ise iki aylık süre ile sınırlı olmak kaydıyla, on altı yaşından büyükler için her yıl be­lirlenen aylık net asgari ücret tutarının yarısını geçmemek ve belgelendirilmek kaydıyla, Bakanlık bütçesinin ilgili tertibinden karşılanmak suretiyle kreş im­kânının sağlanması düzenleme altına alınmıştır.

Yasa koyucu koruma altına alınan her mağdurun çocuğu veya çocukları için kreş imkânını öngörmemiştir. Yani bu konudaki her talep rutin şekilde kabul edilmeyecektir. Konuyu düzenleyen fıkra metni, “gerekli olması” halini öngördüğünden şartların varlığı halinde korunan kişinin çocuğuna veya çocuk­larına kreş imkânı sağlanacaktır. Bu vesile ile fıkra metninin iyi kaleme alın­madığını da belirtmek isteriz.

C- Kolluk Amiri Tarafından Verilecek Koruyucu Tedbir Kararları

1- Kolluk Amiri

Tedbirlere ilişkin önemli düzenlemelerden biri ise “gecikmesinde sakınca bulunan hallerde ilgili kolluk amirinin de” tedbirlere müracaat edebilmesi ola­nağının sağlanmış olmasıdır.

Kamu gücü ve egemenliğin tüm özelliklerine rastlanan ve bütünüyle idari usuller uygulanarak yürütülen kolluk etkinlikleri bir ülkenin iç güvenlik, sağlık ve dirlik-esenliği ile bireylerin kendilerine ve malvarlıklarına karşı olası saldı­rıları önlemek amacıyla idare tarafından alınan ve uygulanması da bazı yaptı­rımlar ile güçlendirilip sağlanan genel ya da birel önlemler ve bu amaca yöne­lik hizmetlerin hepsini içeren bir alandır[58].

İlgili kolluk amiri, 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şid­detin Önlenmesine Dair Kanunun korumasından faydalanabilmek amacıyla mağdurun en kısa sürede ve en kolay ulaşabileceği kolluk olmak üzere polis, jandarma, sahil güvenlik veya gümrük kolluğu amiridir.

2- Gecikmesinde Sakınca Bulunan Hâl

Kolluk amirinin sayılan tedbirlere müracaat edebilmesi için gecikmesinde sakınca bulunan bir hâlin olması ön koşuldur. Gecikmesinde sakınca bulunan hâlden neyi anlamamız gerekir?

Hukukî bir terim olan gecikmesinde sakınca bulunan hâl terimi farklı ka­nun ve yönetmeliklerde kullanıldığı gibi yargı kararlarında da sıkça karşımıza çıkar. 1 Haziran 2005 tarihinde aynı resmi gazetede yayımlanan üç yönetme­likte de bu kavram yer almış ve gecikmesinde sakınca olan hal teriminden ne anlaşılması gerektiğine değinilmiştir.

Yakalama, Gözaltına Alma ve İfade Alma Yönetmeliği’nin[59] dördüncü maddesinde; gecikmesinde sakınca bulunan hâl: Derhâl işlem yapılmadığı tak­dirde suçun iz, eser, emare ve delillerinin kaybolması veya şüphelinin kaçması veya kimliğinin saptanamaması ihtimalinin ortaya çıkması hâli olarak tanım­lanmıştır.

Adlî ve Önleme Aramaları Yönetmeliği’nin[60] dördüncü maddesinde, gecik­mesinde sakınca bulunan hâl: Adlî aramalar bakımından; derhâl işlem yapılmadığı takdirde suçun iz, eser, emare ve delillerinin kaybolması veya şüp­helinin kaçması veya kimliğinin tespit edilememesi ihtimâlinin ortaya çıkması ve gerektiğinde hâkimden karar almak için vakit bulunmaması hâli, Önleme aramaları bakımından; derhâl işlem yapılmadığı takdirde, millî güvenlik ve kamu düzeninin, genel sağlık ve genel ahlâkın veya başkalarının hak ve hürri­yetlerinin korunmasının tehlikeye girmesi veya zarar görmesi, suç işlenmesinin önlenememesi, taşınması veya bulundurulması yasak olan her türlü silâh, pat­layıcı madde veya eşyanın tespit edilememesi ihtimâlinin ortaya çıkması ve gerektiğinde hâkimden karar almak için vakit bulunmaması hâli olarak tanım­lanmıştır.

Ceza Muhakemesinde Beden Muayenesi, Genetik İncelemeler ve Fizik Kimliğin Tespiti Hakkında Yönetmelik[61] ise gecikmesinde sakınca bulunan hâl kavramını, Derhâl işlem yapılmadığı takdirde suçun iz, eser, emare ve delilleri­nin kaybolması veya şüphelinin kaçması veya kimliğinin saptanamaması ihti­malinin ortaya çıkması hâli olarak tanımlamıştır.

Görüldüğü üzere “gecikmesinde sakınca bulunan hâl” kavramı her dü­zenlemenin kendi özelliğine göre anlamını bulmaktadır. Bu itibarla biz de 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanunun uygulanmasında ilgili kolluk amiri kapsamında, “gecikmesinde sakınca bulu­nan hâl” kavramından, mülkî amirden veya hâkimden korumaya ilişkin karar alınıncaya kadar geçecek sürede, mağdurun şiddete uğrama tehlikesinin var olduğu tüm durumları anlayabiliriz.

3- Koruyucu Tedbir Kararları

Gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde kolluk amiri, mağdura ve gereki­yorsa beraberindeki çocuklara, bulunduğu yerde veya başka bir yerde uygun barınma yeri sağlanması ve mağdurun hayatî tehlikesinin bulunması hâlinde, ilgilinin talebi üzerine veya re’sen geçici koruma altına alınması ile ilgili ted­birlere başvurabilecektir.

Burada üzerinde önemle durulması gereken husus, kolluk amirinin, tüm tedbirleri değil sadece maddenin (a) ve (ç) bentlerinde yazılan mağdurun ken­disine ve gerekiyorsa beraberindeki çocuklara, bulunduğu yerde veya başka bir yerde uygun barınma yeri sağlanması ile mağdurun hayatî tehlikesinin bulun­ması hâlinde, ilgilinin talebi üzerine veya re’sen geçici koruma altına alınma­sına ilişkin tedbirleri alabileceğidir. Maddenin birinci fıkrasında, “bu Kanun kapsamında korunan kişilerle ilgili olarak aşağıdaki tedbirlerden birine, birka­çına veya uygun görülecek “benzer” tedbirlere mülkî amir tarafından karar ve­rilebilir derken benzer tedbirlere karar vermek sadece mülkî amir yönünden yapılan bir düzenleme olup yine maddenin ikinci fıkrasında kolluğun sadece (a) ve (ç) bentlerindeki tedbirlere ve gecikmesinde sakınca bulunan hallerde müra­caat edebileceği belirtildiğinden, kolluğun (a) ve (ç) bentlerinden başka veya benzer bir tedbire karar verme olanağı yoktur.

4- Mülkî Amir Onayı

Kolluk amiri aldığı tedbire ilişkin yaptığı işlemlerle ilgili olarak düzenle­diği evrakı en geç kararın alındığı tarihi takip eden ilk işgünü içinde mülkî ami­rin onayına sunacaktır. Mülkî amir tarafından kırksekiz saat içinde onaylanma­yan tedbirlerin ise kendiliğinden kalkacağı düzenlenmiştir.

Bu vesile ile tartışılmasında fayda gördüğümüz husus, kırksekiz saat içe­risinde yapılan “onaylamama” işleminin pasif bir işlem şeklinde değil fakat Kanunun özüne uygun olarak, bizzat evrakın tetkiki suretiyle ve aktif olarak onaylamama şeklinde tesis edilmesi gerekip gerekmediğidir.

İş yükü veya benzer sebeplerle işlemin zamanaşımına uğraması duru­munda şartların oluşmasına rağmen mağdurun korumasız kalmasına imkan vermesi muhtemel bu düzenlemenin yeniden ele alınmasında fayda görmekte­yiz.

5- İngiltere’den Bir Uygulama Örneği

Aile içi şiddet ile mücadele konusunda İngiltere’de polis tarafından yapı­lan değerli bir çalışmaya, fikir vermesi amacıyla, aşağıda yer verdik.

Polis [62]

1989’da Londra dışındaki Güney Tyneside'de ilk Aile içi Şiddet Birimi’nin, şiddete karşı polis girişiminin kurulmasına katkıda bulun­dum. Her bir polis bölgesi ağırlık verecekleri bir konu seçecekti, kimisi gasp, kimisi alkol ve şiddeti seçerken, Güney Tyneside’de aile içi şiddeti seçti, iki polis memuru ve bir sivil memur bu birimde görev aldı. Ko­nuya üç koldan yaklaşılıyordu.

24 saat hizmette olan bilgisayar mesaj sistemi kontrol ediliyor, po­lis memurlarının telefonla yapılan aile içi şiddet başvurularına doğru yaklaşıp yaklaşmadıkları anlaşılıyordu. Doğru yaklaşılmadığı durum­larda konuşmanın bir çıktısı alınarak ilgili memurun amirine gönderili­yordu. Böylelikle memurla birlikte amir de olayın üstünden geçerek in­celiyorlar ve kanıt bulunduğu hallerde, kadının ve çocukların güvenli­ğini sağlamak amacıyla saldırganı tutukluyorlardı.

Aile içi şiddet ekibi öncelikle kadına mektupla başvuruyor (yılda 2500), kadına sosyal, medeni ve hukukî haklarını bildirerek ve destek verebilecek kuruluşların listesini de ekte vererek, her birinin kadına su­nabilecekleri hizmetlerin kısa açıklamasını yapıyordu. Mektupta kadın, aile içi şiddet birimi ekibiyle kadının kendi belirleyeceği yerde ve saatte özet bir görüşme yapmaya davet ediliyordu.

Ağır Ceza Mahkemeleri, hâkimler, savcılar ve diğer adli merciler arasında anlaşmalar yapılarak duruşmaların (mümkün olduğunca) tu­tuklamanın hemen ertesi günü yapılmasına karar veriliyordu.

Aile İçi Şiddet Birimi'nin çalışmaları, iki yıl sonra New Castle Üniversitesi tarafından değerlendirilerek, güçlü yanları ve geliştirilebile­cek yanları belirlendi. Mektupları alan kadınların birçoğu içeriğini yete­rince aydınlatıcı bularak, destek veren kuruluşlara başvurmaya karar ve­rebildiklerini belirttiler. Bazıları aile içi şiddet birimi ekibini görmeğe geldi ve yüksek kalitede destek bulduklarını belirttiler. Bazı kadınlar da evlerinde kalarak hiçbir şey yapmadılar. Memurlar tekrarlanan vakıaları tespit ettiklerinde doğrudan temasa geçmeye çalıştılar. Herhangi bir va­kıayla gerektiği gibi ilgilenilmediği durumlarda polis memurları ve onla­rın amirleri sürekli olarak ikaz aldılar ve sorumlu tutuldular.

Kadına destek veren kuruluşlar arasındaki ilişki giderek kuvvet­lendi. Neredeyse İngiltere'deki her polis birimi kendi birimlerini kurma­dan önce birimimizi ziyaret ettiler. Aile içi şiddete nasıl müdahale edile­ceğini maddeleştiren önemli İçişleri Bakanlığı Yönetmeliği (Home Of­fice Guidance Paper 60/90) çıkmadan önce, bakanlığa bu çalışmaya iliş­kin raporlar gönderildi.

Aile içi şiddet birimi çalışmalarına beş yıl daha devam ettikten sonra, bu en iyi işleyen model gözden geçirildi. O zamanlar özel olarak seçilmiş az sayıda polis memurunun bu alanda çalışması yerine tüm po­lis memurlarının çalışabileceği düşünülüyordu. Aile içi şiddet birimi ekibinin giderek artan sayıda telefon başvurusunu alacak vakti olmu­yordu. Danışmanlığın, bu işi en iyi şekilde yapan destek veren kuruluşlar tarafından verilmesi düşünüldü. Bazı polis memurlarının, olay anında gerekli araştırmayı yapmak yerine kadınları doğrudan birime yönlendir­diği de anlaşıldı. Ayrıca üniversite tarafından yapılan değerlendirmede, kadınla posta yoluyla temas kurulması da eleştirilmişti. Bu nedenle Ku­zey Umbria polisi, 1990'ların ortalarında yaklaşımını değiştirerek, ka­dına başvuru anında hizmet vermeye ve destek veren kuruluşlarla hemen bağlantıya geçirmeye başladı.

Polisin Tutumu

Hükümet yönetmeliklerine göre, aile içi şiddet tüm emniyet bütçe­lerinde bir başlık halinde yer almaktadır. Aile içi şiddeti ortadan kal­dırma amacı, "Yerel Yönetimler ve Polis Suç ve Düzen Bozukluğu Stratejisi"nde kâğıda dökülmüştür. Hükümetin 1999'da yayınladığı "Zincirin Kırılması" başlıklı doküman, aile içi şiddetin yaygınlığını ve polisin oynadığı kilit rolü kabul etmektedir. Polis, aile içi şiddet birim­leri oluşturması ya da aile içi şiddet vakıalarıyla özel olarak ilgilenen memurlar ataması konusunda teşvik edilmektedir. Polis, aile içi şiddetle ilgili suçlar konusunda daha çözümleyici ve sistematik bir tavır geliştir­meli, bu vakıalar da diğer şiddet vakıaları gibi kaydedilmeli ve soruş­turmalar yapılmalıdır.

Polisin felsefesi kişileri ön planda tutmaktır. Polis telefonla baş­vuru yapıldığında, çağrıya en kısa sürede yanıt vermelidir. Polis me­muru, kadının ve varsa çocukların içinde bulundukları tehlikeyi anla­maya çalışmalıdır. Kadınlarla özel olarak görüşerek fikirlerini alıp, ka­dın isterse onu güvenli bir yere götürmeli ya da acil koruma emri ver­melidir. Tekrarlanan taciz vakıalarında şiddetin kadın üzerindeki etkisini takdir edebilmelidir. Kadına ve çocuklara yardımcı olmak ve erkeği ya­kalamak konusunda olumlu davranış sergilemelidir. Erkeği tutuklatabi­lecek kanıt varsa karakola götürülüp soruşturma sürdürülür. Mahkemeye sunmak için tutanak tutulur. Erkek, ertesi sabah olacak duruşma için ya nezarethanede tutulur ya da kadına yaklaşırsa yeniden tutuklanacağı korkusuyla daha sonra kefaletle şartlı salınabilir. (Polis kadına, erkeğin kefaletle şartlı salındığını bildirmelidir). Kanıt varsa ki buna kadının ifa­desi de dâhildir, vakıa mahkemeye gönderilir, şahitler burada da olayı anlatırlar. Mahkeme adamın suçlu olup olmadığını tespit ederek, ya ser­best bırakır ya da cezalandırır. Ceza, ikazdan, şartlı tahliye, para ceza­sına kadar değişebilir; ya da nadiren hapis olabilir.

Yıllar boyu polis memurları aile içi şiddete gerektiği gibi müdahale etmeleri konusunda emirler almışlardır. Polisin tutumunu etkileyen kilit faktörler; net olarak tanımlanmış yönetmelik, eğitim, enformasyon sis­temi, tutarlı yanıt, çok kurumlu yaklaşımdır.

Polisin öncelikli görevi, kadını ve çocukları devam edebilecek ta­cizden uzaklaştırıp korumaktır. Bunu yaparken tıbbi müdahale daima göz önünde bulundurulmalıdır. Polis memurları arabuluculuk yapamaz­lar. Saldırganın teşhisi ve tutuklanması ilk yapılması gerekenlerdendir. Tutuklama olmazsa, vakıanın raporu tam olarak tutulmalıdır.

Polise verilen eğitimde; fiziksel ya da belirgin olmayan yaralan­malar, kadın destek ve danışma gruplarına yönlendirme, tıbbi müdahale ihtiyacı, hem sorun hem de mağdurun hassas olduğu noktalar hakkında memurların anlayışlarının geliştirilmesi, yetki ve emirler konusunda memurların detaylı bilgilendirilmeleri, memurların mağdurlara anlamlı bilgi sunabilmeleri, konuları üzerinde durulur. Eğitim sırasında bilgi rehber kitapçığından ve videokasetten yararlanılır. Polis Akade­misi’ndeki eğitim sırasında ve sonrasında sunulan geliştirme kurslarında bu konuda tutarlı bir yaklaşım sergilenir. Halen, bir uzaktan eğitim pa­keti hazırlanması düşünülmektedir.

Enformasyon Teknolojisi

Polis iletişim merkezlerine yapılan tüm telefonla başvurular, ista­tistiksel analizde kullanmak amacıyla bilgisayarlara kaydedilir ya da banta alınır ve kategorize edilir. Unutmamalıdır ki aile içi şiddet suçları kamuya yönelik suçlardır. Telefonlara yanıt veren iletişim ekibi, kategorizasyon konusunda deneyimli olmalı, aile içi şiddet başvurularını durumun acilliğine göre yönlendirebilmelidir. Halen kullanılmakta olan sistem biraz eskidir. Sokak ve ev bilgisine ilaveten, kişiye ait detayların da eklenmesiyle birlikte kişiler daha kolay teşhis edilebilecek, tekrarla­nan aile içi şiddet vakıaları ve tehlike altındaki kadınlar araştırılabile­cektir. Ayrıca, bilgisayarda adresleri gösteren ekrana aile içi şiddet işa­reti eklenebilir. Bu, olay yerine ulasan polise bir kaç konuda yardımcı olabilir: Daha önce saldırıda bulunmuş şahıs tespit edilebilir. Polis me­muru daha önce gerçekleşmiş olaylardan haberdar olur. Yürürlükte olan emirler ekranda parlak ışıkla gösterilerek memurun dikkati çekilir.

Gelecekte enformasyon sistemine eklenmesi gerekenler şunlardır: Geçmiş vakıaların adrese göre otomatik dökümünü sağlayan bir sistem, saldırganların kayıtlı olduğu merkezi enformasyon sistemine doğrudan bilgisayar bağlantısı, adres / saldırgan / mağdur ekranları arasında bilgi aktarımı, dosyanın hızlı takibi (böylelikle aile içi şiddet davalarına yakın tarihe duruşma günü verilmesi mümkün olabilir), mahkeme dosyasının ekranda işaretlenmesi, saldırganın daha önce aldığı cezalar ve aile içi şiddetle ilişkili cezalarının işaretlenmesi.

Değerlendirme

Onbeş bölgede yakın geçmişte yapılan değerlendirmeye göre her bölgenin YARDIM (HELP) EKRANI yerindeydi. Böylelikle devriye gezen bir memur istediği anda bilgiye erişebilmekteydi. Diğer dokuzu, geliştirdikleri kayıt sistemiyle geçmişe ait verilere erişim, kalite teminat önlemleri ve risk değerlendirmesi konusunda çok çeşitli bilginin kâğıt çıktısını alabiliyorlardı. Burada tüm bölgeyi kaplayan özel bir aile içi şiddetin birimi yoktu. Her komiser soruna farklı yollardan ve nedenlerle yaklaşıyordu. Yine de değerlendirme sırasında bir kaç iyi örnek uygu­lama göze çarptı:

New Castle, şehir merkezi, iş ve eğlence merkezlerinin yoğun ola­rak bulunduğu, az sayıda yerleşimin olduğu bir bölge. Buradaki vakıalar doğru kayıt tutulabilmesi amacıyla saldırganın / mağdurun ikamet ettiği bölgeye gönderiliyor. Şehrin aile içi şiddet grubu ortaklığını oluşturan kurumlar, her bir ortağın sergilemesi gereken minimum profesyonel yaklaşım standardını içeren anlaşmalar yapmışlar.

SENAC, bütüncül bir yaklaşım izleyerek, mağduru destek birimle­rine yönlendiriyor. Destek birimi, kadının diğer hizmet kurumlarına erişmesine aracılık yapıyor. Bu model, risk değerlendirmesine göre be­lirlenmiş üç müdahale seviyesi önerir. Tekrarlanan şiddet vakıalarıyla gelen kadınlar, komiserlerin sabah toplantısında görüşülür ve her bir va­kıa için alınan karar listeler halinde devriye gezen polislere gönderilir.

Kuzey Tyneside’de de yukarıdakine benzer bir model uygulan­maktadır. Bilgisayar sisteminde dosyaların (şikâyet geri alınmış da olsa) detayları ve arka plan bilgileri bulunmaktadır. Böylelikle mağdurun ol­madığı davaların hızlanması amaçlanmaktadır. Şahitler ifadelerini geri çekmek isterlerse, bu ancak mağdur, kadına destek veren kuruluşlarla, örneğin kadın kuruluşlarıyla görüştükten sonra mümkün olmaktadır.

Kuzey Umberland, soruşturma ahlakının önemine inanmaktadır, iletişim Merkezi'ndeki bant kayıtlarını, komşuların ifadelerini, polis memurlarının getirdiği zarar/yaralanma kanıtlarını ve saldırganın davra­nışlarına ait bilgileri kullanmaktadır. Kısa süre önce iki dijital kamera almışlar ve ilk denemeleri kullanıldığı duruşmada başarılı olmuştur. Sistemlerden bir diğeri de halen bir üniversite tarafından incelenmekte­dir. Ülkede bir kaç tane daha iyi işleyen sistem bulunmaktadır.

Merseyside Knowsly Aile Destek Birimi, aile içi şiddet mağduru olabilecek yetişkinler ve çocuk istismarı konularında destek ve soruş­turma hizmeti veren entegre bir sistemdir.

Killingbeck, risk değerlendirmesine göre, mektuplar, ziyaret ve devriye görevlileri şeklinde değişik seviyelerde yanıt veren bir model kullanmaktadır. Değerlendirme sonuçlarına göre vakıalar arasındaki za­man aralığı artmıştır.

Hammersmith and Fulham, aile içi şiddetin hoş görülmeyeceğini toplumsal bir mesaj olarak iletmektedir. Bu, mağdurun güvenliğinin sağlanmasını, saldırganın hızla tutuklanması ve cezalandırılmasını amaçlayan, aile içi şiddete karşı çok kurumlu ortaklıklar şeklinde dü­zenlenmiş, entegre toplumsal ve hukukî yaklaşımdır.

Hâkim tarafından verilecek koruyucu tedbir kararları [63]

Madde 4- (1) Bu Kanun kapsamında korunan kişilerle ilgili olarak aşağıdaki koruyucu tedbirlerden birine, birkaçına veya uygun görülecek benzer tedbirlere hâkim tarafından karar verilebilir:

a) İşyerinin değiştirilmesi.

b) Kişinin evli olması hâlinde müşterek yerleşim yerinden ayrı yerle­şim yeri belirlenmesi.

c) 22.11.2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medenî Kanunundaki şartla­rın varlığı hâlinde ve korunan kişinin talebi üzerine tapu kütüğüne aile konutu şerhi konulması.

ç) Korunan kişi bakımından hayatî tehlikenin bulunması ve bu tehli­kenin önlenmesi için diğer tedbirlerin yeterli olmayacağının anlaşılması hâlinde ve ilgilinin aydınlatılmış rızasına dayalı olarak 27.12.2007 tarihli ve 5726 sayılı Tanık Koruma Kanunu hükümlerine göre kimlik ve ilgili diğer bilgi ve belgelerinin değiştirilmesi.

I- HÜKÜMET GEREKÇESİ

Maddede hâkim tarafından verilecek şiddete uğrayan veya şiddete uğrama tehlikesi bulunan kişilerin güvenliğinin ve korunmasının sağlanması amacıyla verilecek koruyucu tedbir kararları düzenlenmiştir.

II- ADALET KOMİSYONU DEĞİŞİKLİK GEREKÇESİ

Şiddet mağdurlarının toplumsal hayata katılmalarının bir yöntemi olarak çalışma hayatına katılmak istemeleri durumunda varsa çocuklarının kreşe de­vam edebilmelerinin sağlanması gerektiğinden, Tasarının 4’üncü maddesine Alt Komisyon tarafından (d) bendi eklenmiştir. Ancak Alt Komisyon tarafın­dan yapılan değişiklikler Komisyonumuzca uygun görülmediğinden metinden çıkarılmıştır. Ayrıca Tasarının 3’üncü maddesine mülkî amire verilen yetkile­rin, hâkime de tanınması amacıyla da Komisyonumuzca değişiklik yapılmıştır. Tasarının 4’üncü maddesi yapılan değişiklikler doğrultusunda kabul edilmiştir.

III- TBMM – ÖNERGE DEĞİŞİKLİK GEREKÇESİ [64]

Maddede belirtilen koruyucu tedbirlerin birine, birkaçına veya uygun gö­rülecek tedbirlere hâkim tarafından karar verilebileceği belirtilmek suretiyle, sayılan tedbirlerin tahdidi olmadığı anlaşılmaktadır. Bu nedenle, "3 üncü mad­dede öngörülenlerin yanı sıra" ibaresine ihtiyaç bulunmamaktadır. Ayrıca, 3 üncü maddede belirtilen ve mülkî amirce verilecek bu tedbirlerin, uygulamada, bu kararların mutlaka hâkim tarafından verilmesi gerektiği şeklinde yanlış yo­ruma neden olmaması ve böylece tedbirlerin hızlı ve etkin bir şekilde alınması­nın sağlanması amacıyla bu önerge verilmiştir.

IV- AÇIKLAMA

A- Hâkim Tarafından Verilecek Koruyucu Tedbir Kararları

Şiddete uğrayan veya şiddete uğrama tehlikesi bulunan kişilerin güvenli­ğinin ve korunmasının sağlanması amacıyla, korunan bu kişilerle ilgili olarak, hâkim tarafından verilecek koruyucu tedbirler düzenleme altına alınmış olup sayılan tedbirlerden birine, birkaçına veya uygun gülecek benzer tedbirlere hâkim tarafından karar verilebilecektir.

Maddede, korunan kişiler ile ilgili olarak hakim tarafından hangi tedbir­lere karar verileceği düzenleme altına alınmıştır. Sıralanan tedbirler tahdidî değil fakat tadadîdir. Diğer bir deyişle, yasa koyucu uygulanacak tedbirleri sınırlamamış, her olayın kendi özelliğine göre yasanın amacına ulaşabilmesi ve mağdurun gerçek anlamda koruma altına alınabilmesi için bu tedbirlerin birine, birkaçına veya uygun görülecek “benzer” tedbirlere hakimin karar verebilece­ğini düzenleme altına almıştır.

1- İşyerinin değiştirilmesi

Koruyucu tedbirlerden biri olan iş yerinin değiştirilmesi kararı ancak Ha­kim kararı ile mümkün olabilecektir. Koruma kararı verilen kişinin memur, işçi, serbest meslek sahibi, işveren vb. konumda olması ve bağlı bulundukları sosyal güvenlik kurumu bu maddenin uygulmasında önem arzedecektir. Bu koruyucu tedbir kararının uygulamasına ilişkin gerekçelerde ve TBMM tuta­naklarında detaylı açıklamalar yer almadığından hükmün uygulamasında çıka­rılacak yönetmeliklerde düzenleme yapılacağını düşünmekteyiz.

2- Ayrı yerleşim yeri belirlenmesi

Şiddet mağdurunun “korunması” amacıyla aile mahkemesi hâkimi[65] tarafın­dan alınacak “koruyucu tedbirler”in düzenlendiği madde ile kişinin evli olması halinde birlikte oturulan yerleşim yerinden ayrı bir yerleşim yerinin belirlenmesi düzenlenmiştir.

Türk Medeni Kanunun 19. maddesi, yerleşim yeri bir kimsenin sürekli kalma niyetiyle oturduğu yerdir ve bir kimsenin aynı zamanda birden çok yer­leşim yeri olamaz düzenlemesini getirmiştir.

Yerleşim yerinin belirlenmesi hukukî bakımdan önem arz etmektedir. Kamu Hukuku ve Usul Hukuku açısından yerleşim yerinin bilinmesi önemli olduğu gibi, farklı kanunların uygulanmasında da yerleşim yerinin bilinmesi gerekir. Örnek vermek gerekirse; boşanma davası açarken, açılacak herhangi bir davaya muhatap olurken, icra hukuku kapsamında işlemlere muhatap olur­ken keza milletlerarası özel hukuk işlemlerinde veya Tebligat Kanunu anla­mında hukukî sonuç doğuracak bildirimlerde kişinin yerleşim yerinin bilinmesi ve bu hukukî durum göz önünde bulundurularak işlem tesisi önem arz etmekte­dir.

Hâkim tarafından verilecek “yerleşim yerinin değiştirilmesi” tedbiri, kişi­nin evli olması ve eşi ile aynı yerleşim yerine sahip olması[66] halinde söz ko­nusu olabilecektir. Bu itibarla düzenlemenin aile içi şiddet mağduruna yönelik olduğu ve bu tedbir ile mağdurun, hem fiili olarak yeni bir yerleşim yerine sa­hip olması ve aile içi şiddetten uzaklaştırılması hem de yukarıda örnek kabilin­den saydığımız hukukî sonuçlara muhatap olma ihtimali bakımından, yeni bir yerleşim yerine sahip olmak suretiyle mağduriyetinin giderilmesi hedeflenmiş­tir.

3- Aile konutu şerhi konulması

Aile konutu, eşlerin bütün yaşam faaliyetlerini gerçekleştirdiği, yaşantı­sına buna göre yön verdiği, acı ve tatlı günleri içinde yaşadığı, anılarla dolu bir alandır[67]. Bir diğer değişle, eşlerin beraber seçmiş oldukları ve varsa çocukla­rıyla birlikte eylemli olarak içinde yaşadıkları ortak konuttur[68]. Bu itibarla, aralarında evlilik birliği kurulmuş çiftler arasında aile konutu söz konusu olup nişanlılar arasında veya evlilik dışı birlikte yaşamalarda aile konutuna ilişkin hükümler uygulanamaz[69].

Eşlerin birlikte yaşamaya bir süre ara vermeleri, aile konutunun bu özelli­ğini ortadan kaldırmaz. Bir konutun aile konutu olarak değerlendirilmesinde, konutun ailenin oturma amacına hizmet etmesi göz önünde bulundurulur. Yine konutun aile konutu olduğu ileri sürülürken, eşlerin o konutta birlikte yaşıyor olmaları zorunlu şart olarak aranmaz.

Karavan, yazlık ev, yayla evi, devre mülk, dağ evi, göl evi, bağ evi, otel odası, gemi odası gibi ikincil nitelikli konutlar aile konutu sayılamaz[70].

Eşler ayrı yaşarlarken hatta boşanma davaları devam ederken de aile ko­nutu veya konutları vardır[71]. Bütün yaşam faaliyetlerinin gerçekleştirildiği ve üstelik yaşantılarına buna göre yön verdikleri bir alanla ilgili olarak eşlerin tek başlarına hukukî işlemleri yapmasının diğer eş açısından sıkıntılar doğuracağı açıktır. Yasa koyucu bu nedenle aile konutu ile ilgili belirlediği bazı hukukî işlemleri diğer eşin rızasına bağlayarak onun tek başına hareket etmesini en­gellemiş, aile için hayati önemi olan, evliliğin ve aile yaşamının merkezi olan konutu korumuştur.

Türk Medeni Kanunu, aile konutu başlıklı 194. maddesinde, “Eşlerden biri, diğer eşin açık rızası bulunmadıkça, aile konutu ile ilgili kira sözleşmesini feshedemez, aile konutunu devredemez veya aile konutu üzerindeki hakları sınırlayamaz. Rızayı sağlayamayan veya haklı bir sebep olmadan kendisine rıza verilmeyen eş, hâkimin müdahalesini isteyebilir. Aile konutu olarak özgülenen taşınmaz malın maliki olmayan eş, tapu kütüğüne konutla ilgili gerekli şerhin verilmesini isteyebilir. Aile konutu eşlerden biri tarafından kira ile sağlanmışsa, sözleşmenin tarafı olmayan eş, kiralayana yapacağı bildirimle sözleşmenin tarafı hâline gelir ve bildirimde bulunan eş diğeri ile müteselsilen sorumlu olur” düzenlemesini getirmiştir.

Konutla ilgili gerekli şerhin işlenmesi talebinde, eşler arasındaki mal re­jiminin, taşınmazın iktisap şekli veya iktisap tarihinin önemi yoktur[72].

4721 sayılı Türk Medeni Kanununun aradığı şartların mevcut olması ve korunan kişinin, aile konutu şerhi konulması hususunda talebinin olması ha­linde Aile Mahkemesi tarafından tapu kütüğüne aile konutu şerhi konulabile­cektir. Maddede bu işlem için, korunan kişinin talebi aranmış olup mahkemeye re’sen bu tedbire başvurma yetkisi verilmemiştir.

4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 194. maddesine göre; eşlerden biri, diğer eşin açık rızası bulunmadıkça, aile konutu ile ilgili kira sözleşmesini fes­hedemez, aile konutunu devredemez veya aile konutu üzerindeki hakları sınır­layamaz. Görüldüğü üzere mahkeme tarafından tapu kütüğüne verilen aile ko­nutu şerhi ile şiddet mağdurunun aile konutu üzerindeki hakları korumaya alı­narak[73], mağdurun açık rızası olmadıkça konut ile ilgili olarak diğer eşin tek başına, sayılan tasarruflarda bulunmasının önüne geçilmesi sağlanmıştır. Aile konutu şerhi evlilik devam ettiği sürece geçerliliğini koruyacaktır.

4- Tanık Koruma Kanunu hükümlerine göre kimlik ve ilgili diğer bilgi ve belgelerinin değiştirilmesi

Korunan kişi bakımından hayatî tehlikenin bulunması ve bu tehlikenin önlenmesi için diğer tedbirlerin yeterli olmayacağının anlaşılması hâlinde ve ilgilinin aydınlatılmış rızasına dayalı olarak Tanık Koruma Kanunu hükümle­rine göre kimlik ve ilgili diğer bilgi ve belgeleri değiştirilebilecektir.

Ceza yargılamasında tanıklık yapanların, bu görev sebebiyle, kendilerinin veya yakınlarının hayatının, beden bütünlüğünün veya mal varlığının ağır ve ciddi bir tehlike içinde bulunması ve korunmalarının zorunlu olması halinde alınacak tedbirler Tanık Koruma Kanunu ile düzenleme altına alınmıştır. Bu itibarla Tanık Koruma Kanunu sadece “ceza yargılamasında” tanıklık yapanla­rın korunmasına ilişkin usul ve esasları düzenleme altına almış iken bu Kanu­nunun ilgili hükümleri 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanunun 4/ç maddesinin açık yollaması ile koruma altına alınan şiddet mağduru için de uygulanabilecektir.

Önemle üzerinde durmakta fayda vardır ki, Tanık Koruma Kanunu’nun uygulanabilmesi için ön şart, “korunan kişi bakımından hayatî tehlikenin bu­lunması, hayati tehlikenin önlenmesi için diğer tedbirlerin yeterli olmayacağı­nın anlaşılması ve korunan kişinin aydınlatılmış rızasının alınmış olmasıdır”. Tüm bu şartların varlığı halinde Tanık Koruma Kanunu’nun tüm hükümleri değil sadece “kimlik ve ilgili diğer bilgi ve belgelerinin değiştirilmesine iliş­kin” hükümleri uygulanacaktır.

Görüldüğü üzere Tanık Koruma Kanunu’nun uygulanış şartları ve usulleri ile ilgili çerçeve belirgin olarak çizilmiştir.

Tanık Koruma Kanununa göre kimlik ve ilgili diğer bilgi ve belgelerin değiştirilmesi ve düzenlenmesi:

a) Adlî sicil, askerlik, vergi, nüfus, sosyal güvenlik ve benzeri bilgi ve ka­yıtlarının değiştirilmesi ve düzenlenmesi.

b) Nüfus cüzdanı, sürücü belgesi, pasaport, evlilik cüzdanı, diploma ve her türlü ruhsat gibi resmî belgelerin değiştirilmesi ve düzenlenmesi.

c) Taşınır ve taşınmaz mal varlığıyla ilgili haklarını kullanmasına yönelik işlemlerin yapılması, konularını kapsamaktadır.

Hâkim tarafından verilecek önleyici tedbir kararları [74]

Madde 5 – (1) Şiddet uygulayanlarla ilgili olarak aşağıdaki önleyici tedbirlerden birine, birkaçına veya uygun görülecek benzer tedbirlere hâ­kim tarafından karar verilebilir:

a) Şiddet mağduruna yönelik olarak şiddet tehdidi, hakaret, aşağı­lama veya küçük düşürmeyi içeren söz ve davranışlarda bulunmaması.

b) Müşterek konuttan veya bulunduğu yerden derhâl uzaklaştırıl­ması ve müşterek konutun korunan kişiye tahsis edilmesi.

c) Korunan kişilere, bu kişilerin bulundukları konuta, okula ve işye­rine yaklaşmaması.

ç) Çocuklarla ilgili daha önce verilmiş bir kişisel ilişki kurma kararı varsa, kişisel ilişkinin refakatçi eşliğinde yapılması, kişisel ilişkinin sınır­lanması ya da tümüyle kaldırılması.

d) Gerekli görülmesi hâlinde korunan kişinin, şiddete uğramamış olsa bile yakınlarına, tanıklarına ve kişisel ilişki kurulmasına ilişkin hâller saklı kalmak üzere çocuklarına yaklaşmaması.

e) Korunan kişinin şahsi eşyalarına ve ev eşyalarına zarar vermemesi.

f) Korunan kişiyi iletişim araçlarıyla veya sair surette rahatsız etmemesi.

g) Bulundurulması veya taşınmasına kanunen izin verilen silahları kolluğa teslim etmesi.

ğ) Silah taşıması zorunlu olan bir kamu görevi ifa etse bile bu görevi nedeniyle zimmetinde bulunan silahı kurumuna teslim etmesi.

h) Korunan kişilerin bulundukları yerlerde alkol ya da uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanmaması ya da bu maddelerin etkisinde iken ko­runan kişilere ve bunların bulundukları yerlere yaklaşmaması, bağımlılı­ğının olması hâlinde, hastaneye yatmak dâhil, muayene ve tedavisinin sağlanması.

ı) Bir sağlık kuruluşuna muayene veya tedavi için başvurması ve te­davisinin sağlanması.

(2) Gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde birinci fıkranın (a), (b), (c) ve (d) bentlerinde yer alan tedbirler, ilgili kolluk amirlerince de alına­bilir. Kolluk amiri evrakı en geç kararın alındığı tarihi takip eden ilk iş­günü içinde hâkimin onayına sunar. Hâkim tarafından yirmidört saat içinde onaylanmayan tedbirler kendiliğinden kalkar.

(3) Bu Kanunda belirtilen tedbirlerle birlikte hâkim, 3.7.2005 tarihli ve 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanununda yer alan koruyucu ve destekle­yici tedbirler ile 4721 sayılı Kanun hükümlerine göre velayet, kayyım, na­faka ve kişisel ilişki kurulması hususlarında karar vermeye yetkilidir.

(4) Şiddet uygulayan, aynı zamanda ailenin geçimini sağlayan yahut katkıda bulunan kişi ise 4721 sayılı Kanun hükümlerine göre nafakaya hükmedilmemiş olması kaydıyla hâkim, şiddet mağdurunun yaşam düze­yini göz önünde bulundurarak talep edilmese dahi tedbir nafakasına hükmedebilir.

I- HÜKÜMET GEREKÇESİ

Maddede hâkim tarafından şiddet uygulayan veya uygulama ihtimali bu­lunan kişiler hakkında verilebilecek önleyici tedbir kararları düzenlenmiştir. Şiddet mağduruna yönelik olarak şiddete ve korkuya yönelik söz ve davranış­larda bulunulmaması, şiddet uygulayan ya da uygulama ihtimali olan kişinin müşterek konuttan veya halen bulunduğu yerden derhal uzaklaştırılması ve müşterek konutun korunan kişiye tahsis edilmesi, korunan kişilere, bulunduk­ları konuta, okula, işyerine yaklaşmaması, silahlarını kolluğa teslim etmesi, silah taşımak zorunda olan kamu görevlisi olması durumunda da silahını kuru­muna teslim etmesi; gecikmesinde sakınca bulunan hallerde, yirmidört saat içinde hâkime sunulmak kaydıyla, kolluk amirlerine de yetki ve görev veril­mesi düzenlenmiştir.

II- ADALET KOMİSYONU DEĞİŞİKLİK GEREKÇESİ

Şiddet mağdurlarının tehdit, hakaret veya buna benzer söz ve davranışla­rın muhatabı olmasının engellenmesi amacıyla hükmolunacak tedbirlerin kap­samının genişletilmesi gerekmiştir. Bu nedenle Tasarının 5’inci maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi değiştirilmiş ve çocuklarla kişisel ilişkilerin ne şe­kilde kurulacağının belirlenmesi amacıyla da fıkraya (ç) bendi eklenmiş ve diğer bentler buna göre teselsül ettirilmiştir. Alt Komisyon tarafından yapılan değişiklikler, Komisyonumuzca da uygun görülmüştür. Ayrıca ikinci fıkrada geçen “işlemlerin uygulanmasına son verilir.” ibareleri hukuk tekniği ve tedbir kararlarının niteliği ile uygun düşecek şekilde “tedbirler kendiliğinden kalkar.” olarak değiştirilmiştir. Tasarının 5’inci maddesi aynen kabul edilmiştir.

III- AÇIKLAMA

A- Hâkim Tarafından Verilecek Önleyici Tedbir Kararları

Kanunun dördüncü maddesinde şiddet mağduruna yönelik ve şiddet mağ­duru ile ilgili koruyucu tedbirler düzenlenmişken bu maddede şiddet uygulayan veya uygulama ihtimali bulunanlar ile ilgili olarak “önleyici” tedbirler düzen­leme altına alınmıştır. Hâkim, yine sayılan tedbirlerden birine, birkaçına veya uygun göreceği benzer tedbirlere hükmedebilecektir

Maddede, korunan kişiler ile ilgili olarak hakim tarafından hangi tedbir­lere karar verileceği düzenleme altına alınmıştır. Sıralanan tedbirler tahdidî değil fakat tadadîdir. Diğer bir deyişle, yasa koyucu uygulanacak tedbirleri sınırlamamış, her olayın kendi özelliğine göre yasanın amacına ulaşabilmesi ve mağdurun gerçek anlamda koruma altına alınabilmesi için bu tedbirlerin birine, birkaçına veya uygun görülecek “benzer” tedbirlere hakimin karar verebilece­ğini düzenleme altına almıştır.

Şiddete maruz kalan veya maruz kalma tehlikesi altında bulunan kişi ile ilgili olarak koruyucu tedbir kararı verilebilmesi için, herhangi bir delil araş­tırması veya belge ibrazı aranmazken önleyici tedbir kararı verilebilmesi için, kişinin şiddet uyguladığı veya uygulama tehlikesinin bulunduğu hususunda olguların bulunması gerekmektedir. Aksi yöndeki uygulama, kötüye kullan­malara sebebiyet verebilir. Keza, önleyici tedbir kararları, kişi hak ve özgür­lükleri bakımından önemli sınırlamalar doğurmaktadır. Ancak, önleyici tedbir kararının olgulara dayalı olarak verilebilmesi gerekliliği, bu kararın verilmesini geciktirmeye matuf bir sonuç doğurmamalıdır. Aksi takdirde, koruyucu veya önleyici tedbir kararı verilmesine rağmen, bu Kanunla güdülen amaç gerçek­leşmemiş olur[75].

1- Şiddet mağduruna yönelik önleyici tedbirler

Hâkim, şiddet uygulayanın veya uygulama ihtimali bulunanın, şiddet mağduruna yönelik olarak,

a) Şiddet tehdidi, hakaret, aşağılama veya küçük düşürmeyi içeren söz ve davranışlarda bulunmaması,

b) Müşterek konuttan veya bulunduğu yerden derhâl uzaklaştırılması ve müşterek konutun korunan kişiye tahsis edilmesi

c) Korunan kişilere, bu kişilerin bulundukları konuta, okula ve işyerine yaklaşmaması,

d) Çocuklarla ilgili daha önce verilmiş bir kişisel ilişki kurma kararı varsa, kişisel ilişkinin refakatçi eşliğinde yapılması, kişisel ilişkinin sınırlan­ması ya da tümüyle kaldırılması,

e) Gerekli görülmesi hâlinde korunan kişinin, şiddete uğramamış olsa bile yakınlarına, tanıklarına ve kişisel ilişki kurulmasına ilişkin hâller saklı kalmak üzere çocuklarına yaklaşmaması,

f) Korunan kişinin şahsi eşyalarına ve ev eşyalarına zarar vermemesi,

g) Korunan kişiyi iletişim araçlarıyla veya sair surette rahatsız etmemesi,

h) Bulundurulması veya taşınmasına kanunen izin verilen silahları kolluğa teslim etmesi,

ı) Silah taşıması zorunlu olan bir kamu görevi ifa etse bile bu görevi ne­deniyle zimmetinde bulunan silahı kurumuna teslim etmesi,

i) Korunan kişilerin bulundukları yerlerde alkol ya da uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanmaması ya da bu maddelerin etkisinde iken korunan kişi­lere ve bunların bulundukları yerlere yaklaşmaması, bağımlılığının olması hâ­linde, hastaneye yatmak dâhil, muayene ve tedavisinin sağlanması,

j) Bir sağlık kuruluşuna muayene veya tedavi için başvurması ve tedavisi­nin sağlanması, önleyici tedbirlerine ve somut olayın özelliklerine göre bunlara benzer diğer tedbirlere hükmedebilecektir.

2- Çocuk Koruma Kanununda yer alan koruyucu ve destekleyici ted­birler

Çocuğun korunması, onun bir insan olarak sevgi ve şefkate lâyık olması yanında, toplumun bir parçası olması fikrine dayanır. Bir toplumda çocuklar kötü muamele görmekte, ihmal ve istismar edilmekte ise o toplumun kültürü geri kalmış bir kültür olarak değerlendirilebilir. Buna karşın, çocuklara değer veren, onlara sağlıklı gelişme olanakları sağlayan toplumların ileri bir kültür düzeyinde oldukları söylenebilir. Çağdaş uygarlığın ve toplumun bu kadar önemli bir unsuru olan çocuğun yetişmesi, bedensel, zihinsel, duygusal, sosyal ve ahlâki gelişimi ile ilgili eğitsel önlemlerin alınması yanında, onun aile ve toplum içindeki yerini düzenleyen hukuk kurallarına da bağlıdır. Çocuğu koru­yucu hukuk kurallarının çocuğun onuru, saygınlığı ve özgürlüklerine uygun olmasında, çocuğun olduğu kadar toplumun da yararı vardır[76].

Çocuk Koruma Kanununun amacı, korunma ihtiyacı olan çocukları, içinde bulundukları tehlikeden koruyan, onların temel haklarını temin eden, fiziki ve manevi varlıklarının korunmasını, sağlıklı gelişimlerini gerçekleştir­mek üzere ekonomik, sosyal, kültürel ve hukukî şartları sağlayan, bu çocukları etkili ve işlevsel bir kişilikle topluma kazandıran korumanın, esas ve usulleri ile suça sürüklenen çocukların yararını gözeten, onların kişisel özelliklerini dik­kate alan, toplumsal sorumluluk bilinçlerinin gelişmesine yardımcı olan, cezaya son çare olarak başvuran, cezada suçla orantılılığı gözeten, adil yargılama ilke­sini hayata geçiren, çocuk adalet sisteminin usullerine ilişkin düzenlemeleri hayata geçirmektir.

6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanunda yer alan tedbirlerle birlikte hâkim, Çocuk Koruma Kanununda yer alan koruyucu ve destekleyici tedbirlere de müracaat edebilecektir.

Çocuk Koruma Kanununda yer alan koruyucu ve destekleyici tedbirler, çocuğun öncelikle kendi aile ortamında korunmasını sağlamaya yönelik danış­manlık, eğitim, bakım, sağlık ve barınma konularında alınacak tedbirlerdir.

Bunlardan;

a) Danışmanlık tedbiri, çocuğun bakımından sorumlu olan kimselere ço­cuk yetiştirme konusunda; çocuklara da eğitim ve gelişimleri ile ilgili sorunla­rının çözümünde yol göstermeye,

b) Eğitim tedbiri, çocuğun bir eğitim kurumuna gündüzlü veya yatılı ola­rak devamına; iş ve meslek edinmesi amacıyla bir meslek veya sanat edinme kursuna gitmesine veya meslek sahibi bir ustanın yanına yahut kamuya ya da özel sektöre ait işyerlerine yerleştirilmesine,

c) Bakım tedbiri, çocuğun bakımından sorumlu olan kimsenin herhangi bir nedenle görevini yerine getirememesi hâlinde, çocuğun resmî veya özel bakım yurdu ya da koruyucu aile hizmetlerinden yararlandırılması veya bu kurumlara yerleştirilmesine,

d) Sağlık tedbiri, çocuğun fiziksel ve ruhsal sağlığının korunması ve teda­visi için gerekli geçici veya sürekli tıbbî bakım ve rehabilitasyonuna, bağımlı­lık yapan maddeleri kullananların tedavilerinin yapılmasına,

e) Barınma tedbiri, barınma yeri olmayan çocuklu kimselere veya hayatı tehlikede olan hamile kadınlara uygun barınma yeri sağlamaya, yönelik tedbir­dir.

Hakkında, barınma tedbiri uygulanan kimselerin, talepleri hâlinde kim­likleri ve adresleri gizli tutulur.

Tehlike altında bulunmadığının tespiti ya da tehlike altında bulunmakla birlikte veli veya vasisinin ya da bakım ve gözetiminden sorumlu kimsenin desteklenmesi suretiyle tehlikenin bertaraf edileceğinin anlaşılması hâlinde; çocuk, bu kişilere teslim edilir. Çocuk hakkında yukarıda belirtilen tedbirlerden birisine de karar verilebilir.

Çocukların içinde bulundukları durum birbirine benzese de, her çocuğun ihtiyaçları ve yetenekleri aynı olmayıp, yararına olan hususlar da aynı değildir. Bu nedenle, her çocuk hakkında kendisine en uygun tedbirlerin belirlenmesi bir zorunluluktur. Çocuklar hakkında uygulanabilecek olan destekleyici tedbirlerin amacı, çocuğa, ailesi ile birlikte ihtiyaç duyduğu hizmetlerin verilerek tüm uluslararası antlaşmalarda çocuğun yararına olduğu kabul edilen, çocuğun aile çevresinden ayrılmamasının sağlanmasıdır. Bu tedbirler çocuğun temel hakla­rının sağlanması ve içinde bulunduğu ortamın iyileştirilmesine yöneliktir[77].

2- Türk Medeni Kanunu hükümlerine göre velayet, kayyım, nafaka ve kişisel ilişki kurulması hususları

6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanunda belirtilen tedbirlerle birlikte hâkim, şiddet uygulayan veya şiddet uygulama ihtimali bulunan ile ilgili olarak 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu hükümlerine göre velâyet, kayyım, nafaka ve kişisel ilişki kurulması hususla­rında da karar vermeye yetkili kılınmıştır.

a- Velâyet

Velâyet müessesesi 4721 sayılı Türk Medeni Kanunun 335 vd. maddele­rinde düzenleme altına alınmıştır. Velâyet, küçüklerin[78] ve bazen de kısıtlı[79] reşit çocukların gerek kendilerine, gerek mallarına özen gösterme ve onları temsil etme konusunda kanunun ana babaya yüklediği yükümlülükler ile bu yükümlülüklerin iyi bir şekilde yerine getirilmesini sağlamak üzere onlara tanı­dığı hakların tümüdür. Diğer deyişle analık ve babalık yükümlülüklerinin ye­rine getirilmesini mümkün kılmak maksadıyla, reşit olmayan çocukların şahıs ve mallarına ilişkin olmak üzere kanunun ana babaya tanıdığı hak ve borçların tümünü ifade eden bir durumdur. Bu itibarla velâyet, henüz reşit olmamış ve bazen reşit olmuş fakat kısıtlanmış bulunan çocukların menfaatlerinin korun­ması amacına hizmet eden bir kurumdur[80].

Çocuğun menfaatinden anlaşılması gereken anlam, çocuk yetişkin biri olmuş olsa idi, kendisini ilgilendiren olayda, kendi yararı için nasıl bir karar verebilecekti ise çocuk için karar verme konumunda olan kişinin aynı yönde karar vermesi olarak ifade edilebilir[81].

Çocuk üzerinde anne babadan ve evlat edinenden başka kimselerin velâ­yet hakkı yoktur. Anne baba velâyeti birlikte yürütürler.

Velâyet hakkı, çocuğun şahsı bakımından; ana babanın çocuk üzerindeki egemenlik hakkını, çocuğun adını belirleme hakkını, çocuğun yerleşim yerinin belirlenmesini, yetiştirilmesini, korunmasını ve eğitimini, çocuğun söz dinleme yükümlülüğünü, çocuğun temsil edilmesini, fiil ehliyetini[82], aileyi temsilini, çocuk ile ana baba arasındaki hukukî işlemleri kapsarken, çocuğun malları ba­kımından; malların yönetilmesini, kullanılmasını, gelirlerinin sarf edilmesini, çocuk mallarının korunmasını kapsar[83].

“… Velâyetin düzenlenmesindeki amaç, küçüğün ileriye dönük yararları­dır. Eş söyleyişle, velâyetin düzenlenmesinde asıl olan, küçüğün yararını ko­rumak ve geleceğini güvence altına almaktır. Bu nedenle, çocuğun fiziksel ve ruhsal gelişimini engelleyen ve süreklilik arz edeceği anlaşılan her olay, tehli­kenin büyüklüğü, doğuracağı onarılması güç sonuçlar değerlendirilerek ele alınmalı ve neticeye varılmalı; velâyetin belirlenmesi ve düzenlenmesinde ön­celikle çocuğun yararı göz önünde tutulmalıdır.

Bu kapsamda, tarafların çocuğunun cinsiyeti, doğum tarihi, eğitim du­rumu, kimin yanında okumakta olduğu, talepte bulunanın çocuğun eğitim du­rumu ile ilgilenip ilgilenmediği, sağlığı, sağlık durumuna göre tedavi olanakla­rının kimin tarafından sağlanabileceği gibi özel durumuna ilişkin hususlar göz önünde tutulmalıdır. Velâyetin belirlenmesi ve düzenlenmesinde ana babadan kaynaklanan özelliklerin de dikkate alınması kaçınılmazdır. Bu nedenle, mah­kemece çocuğu başkasına bırakma, ihmal etme, kaçırma, iradi olarak terk etme, yönlendirme hususları ile tarafın velâyet talebinin olup olmaması, şiddet uygu­laması, sadakatsizliği, ekonomik durumu, mesleği, yaşadığı ortam, kötü davra­nışı, alkol bağımlılığı, sağlığı, dengesiz davranışları dikkate alınmalıdır.

Mahkemece, açıklanan özellikler yanında mümkün oldukça çocuğun alış­tığı ortamın değiştirilmemesine, kardeşlerin ayrılmamasına özen gösterilmeli, velâyetin verileceği taraf yanında kalmasının çocuğun bedeni, fikri, ahlaki ge­lişmesine engel olup olmayacağı yönünde ciddi ve inandırıcı delil olup olma­dığı veya hemen meydana gelecek tehlikenin varlığının ispat edilip edilemediği hususları da mutlaka değerlendirilmelidir[84].

Hâkimin velâyetin düzenlenmesi sırasında göz önünde bulunduracağı tek esas çocuğun güvenliği olmalıdır. Bu hususta çocuğun dinlenmesi önemlidir. Kaldı ki 7.5.2002 günlü Resmi Gazetede yayımlanan Çocuk Haklarının Kulla­nılmasına İlişkin Avrupa Sözleşmesinin 3 ve 6. maddeleri uyarınca çocuğun ifade edeceği görüşe önem verilip kanıtların birlikte değerlendirilerek sonucu uyarınca karar verilmesi zorunludur[85].

Çocuk Hakları Sözleşmesinin 19. maddesinde, taraf Devletlerin; çocuğun, ana-babasının ya da onlardan yalnızca birinin, yasal vasi veya vasilerinin ya da bakımını üstlenen herhangi birinin, bedensel veya zihinsel saldırı, şiddet veya suiistimale, ihmal ya da ihmalkâr muameleye, ırza geçme dâhil her türlü istis­mar ve kötü muameleye karşı korunması için; yasal, idari, toplumsal, eğitsel bütün önlemleri alacakları belirtilmiştir. Velayetin kaldırılması bu önlemlerden biridir.

Çocuğun korunması için alınabilecek olan genel koruma önlemleri ile ço­cuğun yerleştirilmesi önleminden sonuç alınamazsa veya bu önlemlerin alın­masının gereksiz olacağı sonucuna varılır ise velayetin kaldırılması yoluna gi­dilecektir. Çocuğun genel olarak ana babaya karşı korunmasını amaçlayan en ağır önlem velayetin kaldırılmasıdır. Velayetin kaldırılması çocuğun velayeti­nin ana ve/veya babadan alınmasını ifade eder. Bu yola artık çocuğun menfa­atlerinin korunması için başka bir çare kalmadığı zaman başvurulur. Örneğin; ana ve babanın çocukların şahsı üzerinde onların sağlığını ve ağitimini ciddi bir biçimde tehlikeye sokan kötü ve ahlâkî olmayan davranışları, çocuğun suça teşvik edilmesi, çocuğun çalıştırılması, bir kuruma veya koruyucu aile yanına yerleştirilen çocuğa ana ve babanın devamlı müdahale etmesi, ana ya da baba­nın çocuğa bir kez dahi olsa cinsel tacizde bulunması gibi durumlarda hâkim, ilgilinin talebi ya da re’sen velâyetin kaldırılmasına karar verebilecektir[86].

Velâyet hakkının kaldırılması, kararda aksi belirtilmedikçe, yalnız kaldı­rılan çocuk yönünden değil mevcut ve doğacak diğer çocuklar yönünden de hukukî sonuç doğurur[87].

6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanunda aranan şartların varlığı halinde, şiddet uygulayan veya şiddet uygulama ihtimali bulunan kişi ile ilgili olarak, 4721 sayılı Türk Medeni Ka­nunu’nun çocuğun korunması ile ilgili önlemlerine müracaat edilmesi ve bu önlemlerden sonuç alınamaması veya bu önlemlerin yetersiz olacağının önce­den anlaşılması halinde önleyici tedbir olarak hâkim kararı ile velâyet kaldırı­labilecektir.

b- Kayyım

Kayyım müessesesi 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 403 vd. mad­delerinde düzenleme altına alınmıştır. Kayyım, belirli işleri görmek veya mal­varlığını yönetmek için vesayet makamı[88] tarafından atanan bir vesayet organı­dır. Kayyım sadece yapmakla yükümlü olduğu işi yapar ya da kendisine kay­yım atanan kişiyi belirli konularda temsil eder[89].

Vesayet makamı; Ergin bir kişi, hastalığı, başka bir yerde bulunması veya benzeri bir sebeple ivedi bir işini kendisi görebilecek veya bir temsilci ataya­bilecek durumda değilse, bir işte yasal temsilcinin menfaati ile küçüğün veya kısıtlının menfaati çatışıyorsa, yasal temsilcinin görevini yerine getirmesine bir engel varsa veya Türk Medeni Kanununda gösterilen diğer hâllerde ilgilisinin isteği üzerine veya re'sen temsil kayyımı atayabilir. Temsil kayyımı belirli bir işi görmek üzere atanır.

Bahsi geçen, “Türk Medeni Kanununda gösterilen diğer hâller”; ana ve babanın çocuğun mallarına zarar vermeleri halinde malları yönetmek üzere, çocuk ile ana ve baba arasında yapılacak borç altına sokucu işlemlerde çocuğu temsil etmek üzere, evlilik dışında doğan çocuğun menfaatini korumak üzere, babalık davasında çocuğu temsil etmek üzere, soybağının reddinde temsil kay­yımı atanabilecektir.

Velâyet ve kayyımlık müesseselerini kısaca tanımladıktan sonra gerek velâyete gerekse kayyım atanmasına ilişkin düzenlemeler, şartları varsa, 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanunun atfı ile uygulanabilecek ve bu kurumların koruyucu özelliklerinden şiddet mağ­durlarının faydalanmaları sağlanacaktır.

c- Nafaka

Nafaka Yükümlülüğü 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 364 vd. mad­delerinde düzenleme altına alınmıştır. Nafaka, kanunun belirlediği durumlarda, genellikle zaruret içinde bulunan kimseye, kanunda belirtilen yükümlüler tara­fından verilmesi gereken yardımdır[90].

Kişilerin yardıma muhtaç olan kimselere, özellikle bu durumdaki yakınla­rına yardım etmeleri, insanların toplum içinde yaşamaya başladıklarından beri bir ahlâkî ve toplumsal ödev olarak kabul edilmiştir. Medeni Kanun bu ahlâkî ve toplumsal ödevi, kan bağı ile birbirine bağlı olan kişiler için bir hukukî yü­kümlülük haline getirmiştir[91]. Bu sebeple herkes, yardım etmediği takdirde yoksulluğa düşecek olan üstsoyu ve altsoyu ile kardeşlerine nafaka vermekle yükümlü kılınmıştır.

Yine Medeni Kanun ile boşanma yüzünden mevcut veya beklenen menfa­atleri zedelenen kusursuz veya daha az kusurlu eşin kusurlu taraftan uygun bir nafaka isteyebileceği gibi boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek taraf, kusuru daha ağır olmamak koşuluyla geçimi için diğer taraftan malî gücü oranında süresiz olarak nafaka isteyebilecektir.

Bunların yanında ana babanın ergin olmayan çocuklar ile ilgili nafaka dü­zenlemeleri de Medeni Kanunda yer almaktadır.

6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanunun atfı ile şiddet mağdurunun maddi anlamda da mağduriyetinin giderilmesi amacıyla alınacak tedbirler düzenlenirken şiddet uygulayan veya uygulama ihtimali bulunanın şiddet mağduruna karşı Türk Medeni Kanununda düzenlenen nafakaya ilişkin hükümlerle de sorumlu kılınmıştır.

Kanunun 18. maddesinde, bu Kanun hükümlerine göre nafakaya karar ve­rilmesi hâlinde, kararın bir örneği, re’sen nafaka alacaklısının veya borçlusu­nun yerleşim yeri icra müdürlüğüne gönderilecektir. Nafaka ödemekle yü­kümlü kılınan kişinin Sosyal Güvenlik Kurumu ile bağlantısı olması duru­munda, korunan kişinin başvurusu aranmaksızın nafaka, ilgilinin aylık, maaş ya da ücretinden icra müdürlüğü tarafından tahsil edilecektir. İcra müdürlüklerinin nafakanın tahsili işlemlerine ilişkin posta giderleri Cumhuriyet başsavcılığının suçüstü ödeneğinden karşılanacaktır.

c- Kişisel ilişki kurulması

Mahkeme, boşanma veya ayrılığa karar verirken, olanak bulundukça ana ve babayı dinledikten ve çocuk vesayet altında ise vasinin ve vesayet makamı­nın düşüncesini aldıktan sonra, ana ve babanın haklarını ve çocuk ile olan kişi­sel ilişkilerini düzenler. Çocuk kendisinden alınan eşin çocuk ile ilişkisinin düzenlenmesinde, çocuğun özellikle güvenlik, sağlık, terbiye ve ahlâk bakı­mından yararları esas alınır. Hâkim, görüşmenin süresini, yerini ve zamanını infazda güçlük yaratmayacak biçimde hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak şekilde açık seçik düzenler.[92].

Şiddet uygulayan veya şiddet uygulama ihtimali bulunan ile ilgili olarak alınacak önleyici tedbirler içerinde 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanunun yollaması ile kişisel ilişkinin hâkim kararı ile düzenlenmesi de girmiş bulunmaktadır.

3- Tedbir Nafakası

Boşanma veya ayrılık davası açılma tarihinden, dava sonuçlanıncaya ka­dar, boşanma veya ayrılık davaları ile ilgili hüküm kesinleşinceye kadar devam eden nafakaya tedbir nafakası denir[93].

Boşanma veya ayrılık davası açılınca hâkim, davanın devamı süresince gerekli olan, özellikle eşlerin barınmasına, geçimine, eşlerin mallarının yöne­timine ve çocukların bakım ve korunmasına ilişkin geçici önlemleri kendiliğin­den alır. Bu geçici önlemlerden birisi de tedbir nafakasına hükmedilmesidir. Tedbir nafakası, talebe bağlı olmaksızın (re’sen) takdir edilir ve geçici bir ön­lem olarak davanın başından itibaren, karar kesinleşene kadar hüküm altına alınır. Bu şekilde dava devam ederken maddi olanakları kısıtlı olan tarafın mağdur olması önlenmiş olur.

Paranın alım gücü, enflasyonist ortam, hayat pahalılığı gibi ekonomik ol­gular da nafaka miktarının tespitinde etkili olan objektif unsurlardır. Tarafların sosyal statülerinin göz önüne alınmayacağı anlamına gelmemek üzere, refah ve lüks yaşam düzeylerinin aynen nafaka miktarına yansıtılması şart değildir[94].

Şiddet uygulayan veya şiddet uygulama tehlikesi bulunan kişi aynı za­manda ailenin geçimini sağlayan yahut ailenin geçimine katkıda bulunan kişi ise Medeni Kanun hükümlerine göre nafakaya hükmedilmemiş olmak kaydiyle, şiddet mağdurunun yaşam düzeyi göz önünde bulundurularak ve mağdurun talebi olmasa dahi tedbir nafakasına hükmedebilecektir.

B- Kolluk Amiri Tarafından Verilecek Önleyici Tedbir Kararları

Gecikmesinde sakınca bulunan hal kavramı yukarıda 3. maddenin altında detaylı olarak tarafımızca açıklanmıştır.

Kolluk amiri, şiddet uygulayanın veya uygulama ihtimali bulunanın, şid­det mağduruna yönelik olarak,

a) Şiddet tehdidi, hakaret, aşağılama veya küçük düşürmeyi içeren söz ve davranışlarda bulunmaması

b) Müşterek konuttan veya bulunduğu yerden derhâl uzaklaştırılması ve müşterek konutun korunan kişiye tahsis edilmesi.

c) Korunan kişilere, bu kişilerin bulundukları konuta, okula ve işyerine yaklaşmaması

d) Gerekli görülmesi hâlinde korunan kişinin, şiddete uğramamış olsa bile yakınlarına, tanıklarına ve kişisel ilişki kurulmasına ilişkin hâller saklı kalmak üzere çocuklarına yaklaşmaması önleyici tedbirlerine başvurabilecektir.

Önemle belirtmekte fayda vardır ki, kolluk amirinin, sadece sayılanlarla sınırlı olarak verebileceği bu tedbirler ile ilgili evrak en geç kararın alındığı tarihi takip eden ilk işgünü içinde hâkimin onayına sunulacaktır. Hâkim ona­yına sunulan tedbirler yirmidört saat içinde onaylanmaz ise kendiliğinden kal­kacaktır.

Bu vesile ile tartışılmasında fayda gördüğümüz husus, yirmidört saat içe­risinde yapılan “onaylamama” işleminin pasif bir işlem şeklinde değil fakat Kanunun özüne uygun olarak, bizzat evrakın tetkiki suretiyle ve aktif olarak onaylamama şeklinde tesis edilmesi gerekip gerekmediğidir.

İş yükü veya benzer sebeplerle işlemin zamanaşımına uğraması duru­munda şartların oluşmasına rağmen mağdurun korumasız kalmasına imkan vermesi muhtemel bu düzenlemenin yeniden ele alınmasında fayda görmekte­yiz.

 Suçlara ilişkin saklı tutulan hükümler [95]

Madde 6 – (1) Kişinin silah bulundurması, uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanmasının suç oluşturması dolayısıyla ya da fiilinin başka bir suç oluşturması nedeniyle;

a) Soruşturma ve kovuşturma evresinde koruma tedbirlerine veya denetimli serbestlik tedbirlerine,

b) Mahkûmiyet hâlinde ceza veya güvenlik tedbirlerinin infazına ve bu çerçevede uygulanabilecek olan denetimli serbestlik tedbirlerine,

ilişkin kanun hükümleri saklıdır.

 I- HÜKÜMET GEREKÇESİ

Maddede, kişinin silah bulundurması, uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanmasının suç oluşturması dolayısıyla ya da fiilinin başka bir suç oluştur­ması nedeniyle, soruşturma ve kovuşturma evresinde koruma tedbirlerine veya denetimli serbestlik tedbirlerine, mahkûmiyet halinde ceza veya güvenlik ted­birlerinin infazına ve bu çerçevede uygulanabilecek olan denetimli serbestlik tedbirlerine ilişkin kanun hükümlerinin saklı olduğu düzenlenmiştir.

II- AÇIKLAMA

Şiddet uygulayan veya şiddet uygulama ihtimali bulunanın, silah bulun­durması, uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanmasının suç oluşturması dolayı­sıyla ya da fiilinin başka bir suç oluşturması nedeniyle ceza mevzuatı anla­mında uygulanacak yaptırım ve tedbirler ayrıca uygulanacaktır.

Bu itibarla şiddet uygulayan veya uygulama tehlikesi bulunan ile ilgili olarak soruşturma[96] ve kovuşturma[97] evresinde, yakalama ve gözaltı, tutuklama, adlî kontrol, arama ve elkoyma, telekomünikasyon yoluyla yapılan iletişimin denetlenmesi, gizli soruşturmacı ve teknik araçlarla izleme şeklinde düzenlenen koruma tedbirlerine[98] ve mahkemece belirtilen koşullar ve süre içinde, denetim ve denetleme planı doğrultusunda şüpheli, sanık veya hükümlünün toplumla bütünleşmesi açısından ihtiyaç duyduğu her türlü hizmet, program ve kaynakla­rın sağlandığı toplum temelli bir uygulama olan denetimli serbestlik tedbirle­rine ilişkin hükümler saklı tutulmuştur.

Yine, şiddet uygulayan veya şiddet uygulama ihtimali bulunanın, bahsi geçen suçlardan biri sebebiyle veya başka bir suç oluşturan fiil sebebiyle mah­kûmiyeti halinde; hükümlünün yeniden suç işlemesini engelleyici etkenleri güçlendirmek, toplumu suça karşı korumak, hükümlünün; yeniden sosyalleş­mesini teşvik etmek, üretken ve kanunlara, nizamlara ve toplumsal kurallara saygılı, sorumluluk taşıyan bir yaşam biçimine uyumunu kolaylaştırmak ama­cını taşıyan ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazına ilişkin tedbirler ile yukarıda bahsi geçen denetimli serbestlik tedbirlerine ilişkin hükümler saklı tutulmuştur.

İhbar  [99]

Madde 7 – (1) Şiddet veya şiddet uygulanma tehlikesinin varlığı hâ­linde herkes bu durumu resmi makam veya mercilere ihbar edebilir. İh­barı alan kamu görevlileri bu Kanun kapsamındaki görevlerini gecikmek­sizin yerine getirmek ve uygulanması gereken diğer tedbirlere ilişkin ola­rak yetkilileri haberdar etmekle yükümlüdür.

I- HÜKÜMET GEREKÇESİ

Hükümet Tasarısında yer almayan bu madde Adalet Komisyonunda ek­lenmiştir.

II- ADALET KOMİSYONU EKLEME GEREKÇESİ

Şiddet veya şiddet uygulanma tehlikesinin varlığı halinde, herkes bu du­rumu resmi makam veya mercilere ihbar edebilmelidir. Bu kapsamda ihbar, şiddet tehlikesinin ortaya çıktığı durumlarda yani bir suç olmaksızın da söz konusu olduğundan suçun ihbarı ile birebir örtüşen bir nitelik taşımamaktadır.

İhbarı alan kamu görevlileri gerekenleri gecikmeksizin yerine getirmek zorundadır. Bu hususlara ve uygulanması gereken diğer tedbirlere ilişkin olarak yetkilileri haberdar etme yükümlülüğünün tespiti amacıyla Alt Komisyon tara­fından Tasarının 6’ncı maddesinden sonra gelmek üzere 7’nci madde ihdas edilmiş, diğer maddeler buna göre teselsül ettirilmiş ve Alt Komisyon tarafın­dan yapılan değişiklik, Komisyonumuzca da uygun görülmüştür. Tasarı’nın 7’nci maddesi aynen kabul edilmiştir.

III- AÇIKLAMA

Haber verme, bildirme, bildirim anlamına gelen ihbar[100], Türk Ceza Ka­nunu’nda, suç konusu fiillerin yetkili makamlara bildirilmesi anlamında kulla­nılmıştır. Madde ile şiddet veya şiddet uygulanma tehlikesinin varlığı hâlinde herkesin bu durumu resmi makam veya mercilere ihbar edebileceği[101] düzenlen­miştir. İhbarı alan kamu görevlilerinin de yine bu kanun ile kendile­rine verilen görevleri gecikmeksizin yerine getirecekleri, ilgili koruyucu ve önleyici tedbirleri alacakları veya kendi yetkilerinde olmayan tedbirler için diğer yetkilileri durumdan haberdar edecekleri düzenleme altına alınmıştır[102]. Bu itibarla kolluk amiri, yetkisinde olmayan tedbirler için ilgisine göre mülkî amir veya aile mahkemesi hâkimini, aynı şekilde mülkî amir de yetkisinde ol­mayan tedbirler için aile mahkemesi hâkimini haberdar etmekle yükümlü kı­lınmıştır.

Üzerinde durulması gereken bir diğer husus ise ihbarın ortada henüz ey­leme geçmiş bir şiddet yokken, şiddet tehlikesinin baş göstermesi halinde dahi söz konusu olabileceği ve kamu gücünün bu durumda da harekete geçeceğidir.

Tedbir kararının verilmesi, tebliği ve gizlilik [103]

Madde 8 – (1) Tedbir kararı, ilgilinin talebi, Bakanlık veya kolluk gö­revlileri ya da Cumhuriyet savcısının başvurusu üzerine verilir. Tedbir kararları en çabuk ve en kolay ulaşılabilecek yer hâkiminden, mülkî amirden ya da kolluk biriminden talep edilebilir.

(2) Tedbir kararı ilk defasında en çok altı ay için verilebilir. Ancak şiddet veya şiddet uygulanma tehlikesinin devam edeceğinin anlaşıldığı hâllerde, resen, korunan kişinin ya da Bakanlık veya kolluk görevlilerinin talebi üzerine tedbirlerin süresinin veya şeklinin değiştirilmesine, bu ted­birlerin kaldırılmasına veya aynen devam etmesine karar verilebilir.

(3) Koruyucu tedbir kararı verilebilmesi için, şiddetin uygulandığı hususunda delil veya belge aranmaz. Önleyici tedbir kararı, geciktirilmek­sizin verilir. Bu kararın verilmesi, bu Kanunun amacını gerçekleştirmeyi tehlikeye sokabilecek şekilde geciktirilemez.

(4) Tedbir kararı, korunan kişiye ve şiddet uygulayana tefhim veya tebliğ edilir. Tedbir talebinin reddine ilişkin karar ise sadece korunan ki­şiye tebliğ edilir. Gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde ilgili kolluk bi­rimi tarafından verilen tedbir kararı şiddet uygulayana bir tutanakla der­hâl tebliğ edilir.

(5) Tedbir kararının tefhim ve tebliğ işlemlerinde, tedbir kararına aykırılık hâlinde şiddet uygulayan hakkında zorlama hapsinin uygulana­cağı ihtarı yapılır.

(6) Gerekli bulunması hâlinde, tedbir kararı ile birlikte talep üzerine veya resen, korunan kişi ve diğer aile bireylerinin kimlik bilgileri veya kimliğini ortaya çıkarabilecek bilgileri ve adresleri ile korumanın etkinliği bakımından önem taşıyan diğer bilgileri, tüm resmi kayıtlarda gizli tutu­lur. Yapılacak tebligatlara ilişkin ayrı bir adres tespit edilir. Bu bilgileri hukuka aykırı olarak başkasına veren, ifşa eden veya açıklayan kişi hak­kında 26.9.2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun ilgili hüküm­leri uygulanır.

(7) Talep hâlinde ilgililere kişisel eşya ve belgelerinin kolluk marife­tiyle teslimi sağlanır.

I- HÜKÜMET GEREKÇESİ

Maddede tedbir kararının gerektiğinde delil ve belge aranmaksızın, dosya üzerinden verilebileceği, ancak zorunlu hallerde duruşma yapılabileceği, tedbir kararının ilk defasında en çok altı ay için verilebileceği, re’senveya korunan kişi ya da Bakanlığın talebi üzerine tedbirlerin süresinin veya şeklinin değişti­rilmesine, bu tedbirlerin kaldırılmasına veya aynen devam etmesine karar veri­lebileceği, gerekli olması halinde korunan kişinin ve diğer aile bireylerinin kimlik bilgileri, kimliğini ortaya çıkarabilecek bilgileri ve adreslerinin gizli tutulacağı, yapılacak tebligatlara ilişkin olarak ayrı bir adres tespit edileceği, korunan kişinin talebi olmaksızın verilen koruyucu tedbir kararlarının, ancak ilgilinin kabulü halinde uygulanabileceği, gecikmesinde sakınca bulunan hal­lerde mülkî amirler ve kolluk tarafından da tedbir kararları verilirken delil ve belge aranmayacağı, talep halinde ilgililere kişisel eşya ve belgelerin, kolluk marifetiyle tesliminin sağlanacağı düzenlenmiştir.

II- ADALET KOMİSYONU DEĞİŞİKLİK GEREKÇESİ

Şiddetin en hızlı şekilde engellenmesi veya önlenmesini teminen tedbir kararlarının en çabuk ve kolay ulaşılabilecek yer aile mahkemesinden, mülkî amirden ya da gecikmesinde sakınca bulunan hallerde kolluk amirinden talep edilebilmesi gerekir. Ayrıca bu durum, usul ekonomisinin de bir gereğidir. Ve­rilen tedbir kararlarının değiştirilmesi, kaldırılması ve yahut aynen devam et­mesine karar verilebilmelidir. Bu nedenle Tasarının 8’inci maddesinin (Alt Komisyon tarafından yapılan teselsül öncesi 7’nci madde) birinci ve ikinci fık­raları Alt Komisyon tarafından değiştirilmiş ve değişiklikler Komisyonumuzca da uygun görülmüştür. Tedbir kararı verilirken delil ve belge aranmamasının esas alınması amacıyla ikinci fıkrada geçen “ve gerektiğinde” ibaresi, Komis­yonumuz tarafından metinden ve ayrıca korunan kişinin talebi olmadan alınan koruyucu tedbir kararlarının uygulanmasını ilgilinin hâkim önünde beyan edil­miş rızasına bağlamak üzere dördüncü fıkrada değişiklik yapılmıştır. Tasarının 8’inci maddesi yapılan değişiklikler doğrultusunda kabul edilmiştir.

III- TBMM – ÖNERGE DEĞİŞİKLİK GEREKÇESİ [104]

Şiddete maruz kalan veya maruz kalma tehlikesi altında bulunan kişi ile ilgili olarak koruyucu tedbir kararı verilebilmesi için, herhangi bir delil araş­tırması veya belge ibrazı aranmaması gerekir. Aksi yöndeki uygulamalar gös­termiştir ki, koruyucu tedbir kararı verilmesi yönünde talepte bulunulmasına rağmen, bu yönde karar verilebilmesi için örneğin kişinin şiddete uğradığına dair bir sağlık kuruluşundan rapor alınmasının istenmesi, şiddetin devam et­mesi sonucunu doğurmakta ve daha büyük mağduriyetlere sebebiyet vermekte­dir. Bu nedenle, ister hâkim, ister mülkî amir ve hatta ister kolluk tarafından verilsin, delil araştırmasına veya belge ibrazına ihtiyaç olmadan, başvuru hâ­linde derhal koruyucu tedbir kararının verilebilmesi gerekmektedir.

Buna karşılık, önleyici tedbir kararı verilebilmesi için, kişinin şiddet uy­guladığı veya uygulama tehlikesinin bulunduğu hususunda olguların bulunması gerekmektedir. Aksi yöndeki uygulama, kötüye kullanmalara sebebiyet verebi­lir. Keza, önleyici tedbir kararları, kişi hak ve özgürlükleri bakımından önemli sınırlamalar doğurmaktadır. Ancak, önleyici tedbir kararının olgulara dayalı olarak verilebilmesi gerekliliği, bu kararın verilmesini geciktirmeye matuf bir sonuç doğurmamalıdır. Aksi takdirde, koruyucu veya önleyici tedbir kararı verilmesine rağmen, bu Kanunla güdülen amaç gerçekleşmemiş olur.

Ayrıca, Tasarıda tedbir kararlarına karşı kanun yolu belirlenmiş olduğu için, korunan kişinin talebi olmaksızın tedbir kararı verilmesi hâlinde bu yola başvurulabileceği gibi, ayrıca korunan kişinin her durumda sahih rızasının tes­pitinin mümkün olamayacağı değerlendirilmiştir.

Belirtilen sakıncaları giderebilmek amacıyla işbu değişiklik önergesi ve­rilmiştir.

IV- AÇIKLAMA

A- Tedbir Kararının Verilmesi

1- Tedbir talebi

Şiddet mağduru, veli, avukatı, vasi, Cumhuriyet savcısı, kolluk görevli­leri, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı görevlileri tedbir kararı ile ilgili olarak talepte bulunabileceklerdir. Sayılanlar bu taleplerini en çabuk ve en kolay ula­şılabilecek yer hâkimine, mülkî amire ya da kolluk birimine iletebileceklerdir.

2- Tedbir kararının süresi

Daha az süreyi gerekli kılan bir durum olmaması halinde, verilecek tedbir kararı “ilk defasında” altı ayı geçemeyecektir. Ancak şiddet veya şiddet uygu­lanma tehlikesinin devam edeceğinin anlaşılması halinde, resen, korunan kişi­nin ya da Bakanlık veya kolluk görevlilerinin talebi üzerine tedbirlerin süresi­nin veya şeklinin değiştirilmesine, bu tedbirlerin kaldırılmasına veya aynen devam etmesine karar verilebilecektir.

3- Delillerin değerlendirilmesi

a- Koruyucu tedbir kararlarında

Kanunun üçüncü ve dördüncü maddelerinde düzenleme altına alınan ko­ruyucu tedbirlere karar verilebilmesi için şiddet uygulandığına ilişkin delil veya belge aranmayacağı belirtilmiştir.

b- Önleyici tedbir kararlarında

Öte yandan kişi hak ve özgürlükleri hususunda daha müdahaleci düzen­lemeler içeren ve kanunun beşinci maddesinde düzenleme altına alınan önleyici tedbirlerin uygulanması ile ilgili olarak bu şekilde bir açıklamaya yer verilme­diği gibi önerge değişiklik gerekçesinde, “önleyici tedbir kararı verilebilmesi için, kişinin şiddet uyguladığı veya uygulama tehlikesinin bulunduğu husu­sunda olguların bulunmasının gerektiği, aksi yöndeki uygulamanın, kötüye kullanmalara sebebiyet verebileceği, önleyici tedbir kararlarının, kişi hak ve özgürlükleri bakımından önemli sınırlamalar doğurdukları” dile getirilmiştir.

B- Tedbir Kararının Tefhim veya Tebliği

Kanunun amacını tehlikeye düşürmemek için gecikmeksizin verilmesi ge­reken tedbir kararı, korunan kişiye ve şiddet uygulayana tefhim (sözle bil­dirme) veya tebliğ (yazıyla bildirme) edilecektir. Mahkeme tarafından tedbir uygulanmasına gerek görülmemesi ve tedbir talebinin reddedilmesi halinde bu red kararı sadece korunan kişiye tebliğ edilecektir. Gecikmesinde sakınca bulu­nan hâllerde ilgili kolluk birimi tarafından verilen tedbir kararı şiddet uygula­yana bir tutanakla derhâl tebliğ edilecektir.

Tedbir kararının tefhim ve tebliğ işlemlerinde, tedbir kararına aykırılık hâlinde şiddet uygulayan hakkında zorlama hapsinin uygulanacağı ihtarı yapı­lacaktır.

C- Gizlilik

Şiddet eyleminin niteliği, tekrarlanma ihtimali ve benzer sebeplerle ge­rekli bulunması hâlinde, tedbir kararı verilirken, korunan kişi ve aile bireyleri­nin, kimlik bilgileri veya kimliği ortaya çıkarabilecek bilgileri ve adresleri ile korumanın etkinliği bakımından önem taşıyan diğer bilgileri, tüm resmi kayıt­larda gizli tutulur. Gizliliğe ilişkin bu düzenlemenin uygulanabilmesi ilgilinin talebi ile olabileceği gibi re’sen de olabilir. Bu halde yukarıda bahsi geçen veya ilgili diğer tebligatların yapılması amacıyla ayrı bir adres tespit edilir.

Gizliliğe ilişkin bu düzenlemeyi ihlal edenler hakkında 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun ilgili hükümleri uygulanır.

D- Eşya ve Belgelerin Teslimi

Gerek koruyucu gerekse önleyici tedbir kararına istinaden hâlihazırda ha­yatını idame ettirdiği yerden uzaklaşmak zorunda kalan, sürekli olarak gittiği yere gidemeyen veya benzeri bir durum yaşayan gerek şiddet mağduru gerekse şiddet uygulayan veya uygulama ihtimali olanın özel yaşamında kullandığı eşyalar veya iş yaşamında kullandığı eşyalar ve belgeler ve bu kapsamdaki eşyalarının talep halinde kolluk marifetiyle tesliminin sağlanacağı düzenlene­rek bu hususta mağduriyet yaşanmaması amaçlanmıştır.

İtiraz [105]

Madde 9 – (1) Bu Kanun hükümlerine göre verilen kararlara karşı tefhim veya tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içinde ilgililer tarafından aile mahkemesine itiraz edilebilir.

(2) Hâkim tarafından verilen tedbir kararlarına itiraz üzerine dosya, o yerde aile mahkemesinin birden fazla dairesinin bulunması hâlinde, nu­mara olarak kendisini izleyen daireye, son numaralı daire için birinci dai­reye, o yerde aile mahkemesinin tek dairesi bulunması hâlinde asliye hu­kuk mahkemesine, aile mahkemesi hâkimi ile asliye hukuk mahkemesi hâkiminin aynı hâkim olması hâlinde ise en yakın asliye hukuk mahkeme­sine gecikmeksizin gönderilir.

(3) İtiraz mercii kararını bir hafta içinde verir. İtiraz üzerine verilen kararlar kesindir.

I- HÜKÜMET GEREKÇESİ

Maddede Kanun hükümlerine göre verilen kararlara karşı itiraz yolu ve başvurulacak merci düzenlenmiştir.

II- AÇIKLAMA

Mülkî amir veya kolluk amiri tarafından verilen tedbir kararlarına karşı, kararın tefhim veya tebliğinden itibaren iki hafta içerisinde aile mahkemesine itiraz edilebilecektir. Tedbir kararını aile mahkemesinin vermesi halinde ise yine kararın tefhim veya tebliğinden itibaren iki hafta içerisinde itiraz edilebi­lecektir. Aile mahkemesince verilen tedbir kararına itiraz üzerine dosya, o yerde aile mahkemesinin birden fazla dairesinin bulunması hâlinde, numara olarak kendisini izleyen daireye, son numaralı daire için birinci daireye, o yerde aile mahkemesinin tek dairesi bulunması hâlinde asliye hukuk mahkeme­sine, aile mahkemesi hâkimi ile asliye hukuk mahkemesi hâkiminin aynı hâkim olması hâlinde ise en yakın asliye hukuk mahkemesine gecikmeksizin gönde­rilecektir. Aile mahkemesi yapılan itirazı değerlendirerek en geç bir hafta içeri­sinde karar verecek olup itiraz üzerine verilen bu karar kesindir, karar aleyhine üst dereceli mahkemelere başvuru olanağı yoktur.

Tedbir kararlarının bildirimi ve uygulanması [106]

Madde 10 – (1) Bu Kanun hükümlerine göre alınan tedbir kararları, Bakanlığın ilgili il ve ilçe müdürlükleri ile verilen kararın niteliğine göre Cumhuriyet başsavcılığına veya kolluğa en seri vasıtalarla bildirilir.

(2) Bu Kanun kapsamında ilgili mercilere yapılan başvurular ile bu başvuruların kabul ya da reddine ilişkin kararlar, başvuru yapılan merci tarafından Bakanlığın ilgili il ve ilçe müdürlüklerine derhâl bildirilir.

(3) Korunan kişinin geçici koruma altına alınmasına ilişkin koruyucu tedbir kararı ile şiddet uygulayan hakkında verilen önleyici tedbir karar­larının yerine getirilmesinden, hakkında koruyucu veya önleyici tedbir kararı verilen kişilerin yerleşim yeri veya bulunduğu ya da tedbirin uygu­lanacağı yer kolluk birimi görevli ve yetkilidir.

(4) Tedbir kararının, kolluk amirince verilip uygulandığı veya koru­nan kişinin kollukta bulunduğu hâllerde, kolluk birimleri tarafından kişi, Bakanlığın ilgili il veya ilçe müdürlüklerine ivedilikle ulaştırılır; bunun mümkün olmaması hâlinde giderleri Bakanlık bütçesinin ilgili tertibinden karşılanmak üzere kendisine ve beraberindekilere geçici olarak barınma imkânı sağlanır.

(5) Tedbir kararının ilgililere tefhim veya tebliğ edilmemesi, kararın uygulanmasına engel teşkil etmez.

(6) Hakkında barınma yeri sağlanmasına karar verilen kişiler, Ba­kanlığa ait veya Bakanlığın gözetim ve denetimi altında bulunan yerlere yerleştirilir. Barınma yerlerinin yetersiz kaldığı hâllerde korunan kişiler; mülkî amirin, acele hâllerde kolluğun veya Bakanlığın talebi üzerine kamu kurum ve kuruluşlarına ait sosyal tesis, yurt veya benzeri yerlerde geçici olarak barındırılabilir.

(7) İşyerinin değiştirilmesi yönündeki tedbir kararı, kişinin tabi ol­duğu ilgili mevzuat hükümlerine göre yetkili merci veya kişi tarafından yerine getirilir.

I- HÜKÜMET GEREKÇESİ

Maddede tedbir kararlarının, Bakanlığın ilgili il ve ilçe müdürlükleri ile verilen kararın niteliğine göre Cumhuriyet başsavcılığına veya kolluğa en seri vasıtalarla bildirileceği, Kanun kapsamında ilgili mercilere yapılan tüm başvu­rular ile bu başvuruların kabul ya da reddine ilişkin kararlar, başvuru yapılan merci tarafından ilgili Bakanlığın il ve ilçe müdürlüklerine derhal bildirileceği, korunan kişinin geçici koruma altına alınmasına ilişkin koruyucu tedbir kararı ile şiddet uygulayan veya uygulama ihtimali bulunan kişi hakkında verilen ön­leyici tedbir kararlarının yerine getirilmesinden, şiddet mağdurunun ya da şid­det uygulayanın yerleşim yeri veya bulunduğu ya da tedbirin uygulanacağı yer kolluk birimi görevli ve yetkili olduğu düzenlenmiştir.

Ayrıca tedbir kararının, kolluk amirince verilip uygulandığı veya korunan kişinin kollukta bulunduğu hallerde, kolluk birimleri tarafından kişinin Bakan­lığın ilgili il veya ilçe müdürlüklerine ivedilikle ulaştırılacağı, bunun mümkün olmaması halinde kendisine ve beraberindekilere geçici olarak barınma imkânı sağlanacağı, tedbir kararının ilgililere tefhim veya tebliğ edilmemesinin kararın uygulanmasına engel teşkil etmeyeceği, Bakanlığın hakkında barınma yeri sağlanmasına karar verilen kişileri, Bakanlığa ait veya Bakanlığın gözetim ve denetimi altında bulunan yerlere yerleştireceği, barınma yerinin yetersiz olduğu hallerde korunan kişilerin mülkî amirin, acele hallerde kolluğun veya Bakanlı­ğın ilgili il veya ilçe müdürlüklerinin talebi üzerine kamu kurum ve kuruluşla­rının misafirhane, dinlenme tesisi, yurt veya benzeri yerlerinde barındırabile­ceği, iş yerinin değiştirilmesi yönündeki tedbir kararının, kişinin tabi olduğu ilgili mevzuat hükümlerine göre yetkili, makam, merci veya kişi tarafından yerine getirileceği hususları düzenlenmiştir.

II- ADALET KOMİSYONU DEĞİŞİKLİK GEREKÇESİ

Sosyal tesislerin yaygın olmaması nedeniyle hakkında barınma yeri sağ­lanmasına karar verilen kişilere temin edilecek barınma yerlerinin genişletil­mesi amacıyla Tasarının 10’uncu maddesinin (Alt Komisyon tarafından yapılan teselsül öncesi 9’uncu madde) altıncı fıkrası Alt Komisyon tarafından değişti­rilmiş ve değişiklikler Komisyonumuzca da uygun görülmüştür. Ayrıca 10’uncu maddenin dördüncü fıkrasına ilgili giderlerin Bakanlık bütçesinden ödenmesi amacıyla “giderleri Bakanlık bütçesinin ilgili tertibinden karşılanmak üzere” ibaresi, Komisyonumuz tarafından eklenmiştir. Tasarının 10’uncu mad­desi yapılan değişiklikler doğrultusunda kabul edilmiştir.

III- TBMM – ÖNERGE DEĞİŞİKLİK GEREKÇESİ[107]

Kamu kurum ve kuruluşlarına ait sosyal tesis yurt ve benzeri yerlerde ge­çici olarak barındırılmasını temin için bu önerge verilmiştir.

IV- AÇIKLAMA

Madde metninde ve gerekçelerde tedbir kararının bildirimi ve uygulanma­sına ilişkin usuller açıklanmıştır.

Kolluk görevleri [108]

Madde 11 – (1) Kolluk görevleri, kolluğun merkez ve taşra teşkilâ­tında bu Kanunda belirtilen hizmetlerle ilgili olarak, çocuk ve kadının in­san hakları ile kadın erkek eşitliği konusunda eğitim almış ve ilgili kolluk birimlerince belirlenmiş olan yeteri kadar personel tarafından yerine geti­rilir.

 I- HÜKÜMET GEREKÇESİ

Maddede Kanun kapsamında yerine getirilecek kolluk görevlerinin, Ka­nunda belirtilen hizmetlerle ilgili eğitim almış ve ilgili kolluk birimlerince be­lirlenmiş olan yeteri kadar personel tarafından yerine getirileceği düzenlenmiş­tir.

II- ADALET KOMİSYONU DEĞİŞİKLİK GEREKÇESİ

Tasarının 11’inci maddesi (Alt Komisyon tarafından yapılan teselsül ön­cesi 10’uncu madde), Tasarı kapsamında yerine getirilecek kolluk görevlerinin, kadın hakları ve kadın-erkek eşitliği konularında eğitim almış ve ilgili kolluk birimlerince belirlenmiş olan yeteri kadar personel tarafından yerine getirilmesi amacıyla Alt Komisyon tarafından değiştirilmiş ve değişiklikler Komisyonu­muzca da uygun görülmüştür. Kolluk görevlileri belirtilen hizmetleri şiddet mağduru çocuklara da sağlayacağından, hizmetin çocuk ve çocuk hakları hak­kında eğitim almış kolluk görevlileri tarafından sunulmasının sağlanması ama­cıyla maddeye “çocuk ve” ibaresi Komisyonumuzca eklenmiştir. Tasarının 11’inci maddesi, aynen kabul edilmiştir.

III- AÇIKLAMA

Bu düzenleme ile Kanunun uygulanması ile ilgili olarak görev yapacak kolluk görevlilerinin, çocuk ve kadının insan hakları ile kadın erkek eşitliği konusunda eğitim almış olmalarının aranacağı belirtilmiştir.

Teknik yöntemlerle takip [109]

Madde 12 – (1) Bu Kanun hükümlerine göre verilen tedbir kararla­rının uygulanmasında hâkim kararı ile teknik araç ve yöntemler kullanı­labilir. Ancak, bu suretle, kişilerin ses ve görüntüleri dinlenemez, izlene­mez ve kayda alınamaz.

(2) Teknik araç ve yöntemlerle takibe ilişkin usul ve esaslar yönetme­likle düzenlenir.

 I- HÜKÜMET GEREKÇESİ

Maddede, Kanun kapsamında verilecek koruyucu tedbir kararlarının taki­binin, teknik araç ve yöntemler kullanılmak suretiyle de yapılabileceği, buna ilişkin usul ve esasların yönetmelikle düzenleneceği öngörülmüştür. Teknik yöntemlerle takip, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun "Teknik araçlarla izleme" kenar başlıklı 140 ıncı maddesinde tahdidi olarak sayılan suçlar için geçerli olan teknik araçlarla izlemeden farklı olup adı geçen Kanun kapsamında değerlendirilmemelidir.

Teknik yöntemlerle takip, şiddet uygulayan veya uygulama ihtimali olan kişiye yönelik olarak elektronik kelepçe veya bileklik, korunan kişinin sabit ev içi ikaz cihazı ya da mağdura hareket özgürlüğü tanıyan ev dışında da kullanı­labilen telefon görünümlü mobil cihazın kullanılması gibi yöntemlerle yapıla­bilecektir.

II- TBMM – ÖNERGE DEĞİŞİKLİK GEREKÇESİ[110]

Teknik araç ve yöntemler, hakkında önleyici tedbir kararı uygulanan kişi­nin belirli yerlere gitmemek, belirli kişilere yaklaşmamak yönündeki yüküm­lülüğe uygun davranıp davranmadığını takip etmeye hizmet etmektedir. Ancak, bu araç ve yöntemlerin kullanılması suretiyle, hakkında tedbir kararı uygulanan kişinin konuşmaları dinlenmemeli, görüntüleri izlenmemeli ve bu konuşma ve görüntüler kayda alınmamalıdır. Çünkü koruyucu veya önleyici tedbir bağla­mında bu yöntemlere başvurulması, kişi hak ve özgürlüklerine, özel hayatına ve haberleşmesinin gizliliğine önemli bir müdahale mahiyeti taşımaktadır.

Teknik araç ve yöntemlerin kullanılması, ses ve görüntü kaydı olmaksı­zın, kişinin gün içinde bulunduğu yeri tespit edebilmeye ve elektronik ortamda izlemeye imkan vermekle sınırlı tutulmalıdır.

Ayrıca, önerilen değişikliğe göre; hakkında tedbir kararı verilen kişi ile ilgili olarak belirlenen yükümlülüğün gereklerine uygun davranıp davranmadı­ğının tespiti zımnında teknik araç ve yöntemler ancak hâkim kararına dayalı olarak kullanılabilecektir.

Belirtilen mülahazalarla işbu değişiklik önergesi verilmiştir.

 III- AÇIKLAMA

Kişi hak ve özgürlükleri bakımından üzerinde titizlikle durulması gereken bu düzenlemede, tedbir kararını kolluk amiri veya mülkî amir verse bile, veri­len tedbir kararının uygulanması hususunda teknik yöntemlerle takip yapılma­sına sadece hâkim karar verebilecektir. Hâkim tarafından verilen teknik yön­temlerle takip kararında da kişilerin ses ve görüntülerinin dinlenemeyeceği, izlenemeyeceği ve kayda alınamayacağı düzenleme altına alınmıştır.

Teknik araç ve yöntemlerin kullanılması, ses ve görüntü kaydı olmaksı­zın, kişinin gün içinde bulunduğu yeri tespit edebilmeye ve elektronik ortamda izlemeye imkân vermekle sınırlı tutulmalıdır. Ceza muhakemesinde yer alan teknik araçlarla izleme müessesesinden farklı olan teknik yöntemlerle takip, şiddet uygulayan veya uygulama ihtimali olan kişiye yönelik olarak elektronik kelepçe veya bileklik, korunan kişinin sabit ev içi ikaz cihazı ya da mağdura hareket özgürlüğü tanıyan ev dışında da kullanılabilen telefon görünümlü mo­bil cihazın kullanılması gibi yöntemlerle yapılmalıdır.

Bu kapsamda, şiddet mağduruna yönelik olarak şiddet tehdidi, hakaret, aşağılama veya küçük düşürmeyi içeren söz ve davranışlarda bulunmama, müşterek konuttan veya bulunduğu yerden derhâl uzaklaştırılma ve müşterek konutun korunan kişiye tahsis edilmesi, korunan kişilere, bu kişilerin bulun­dukları konuta, okula ve işyerine yaklaşmama ve benzer tedbir kararlarınınuygulanmasında teknik yöntemlerle takibin ne şekilde yapılacağı ve buna iliş­kin usul ve esasların çıkarılacak yönetmelikle düzenleneceği belirtilmiştir.

Tedbir kararlarına aykırılık [111]

Madde 13 – (1) Bu Kanun hükümlerine göre hakkında tedbir kararı verilen şiddet uygulayan, bu kararın gereklerine aykırı hareket etmesi hâlinde, fiili bir suç oluştursa bile ihlal edilen tedbirin niteliğine ve aykırı­lığın ağırlığına göre hâkim kararıyla üç günden on güne kadar zorlama hapsine tabi tutulur.

(2) Tedbir kararının gereklerine aykırılığın her tekrarında, ihlal edi­len tedbirin niteliğine ve aykırılığın ağırlığına göre zorlama hapsinin sü­resi onbeş günden otuz güne kadardır. Ancak zorlama hapsinin toplam süresi altı ayı geçemez.

(3) Zorlama hapsine ilişkin kararlar, Cumhuriyet başsavcılığınca ye­rine getirilir. Bu kararlar Bakanlığın ilgili il ve ilçe müdürlüklerine bildi­rilir.

I- HÜKÜMET GEREKÇESİ

Maddeyle, şiddete uğrayan veya uğrama ihtimali bulunan kişinin daha et­kin bir şekilde korunması yönünden hakkında tedbir kararı verilen kişiye, ted­birin ihlali nedeniyle zorlama hapsi verilmesi öngörülmektedir. Zorlama hapsi, diğer bir deyimle tazyik hapsi, bir kişiyi kendisine düşen yükümlülüğün gere­ğini yerine getirmeye zorlamak amacıyla verilen bir yaptırımdır. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 2 nci maddesinin birinci fıkrasının (1) bendinde disiplin hapsinin tarifi yapılmakta ve bu tanımlamada disiplin hapsinin sadece sonuçlarına değinilmekte olup, tazyik hapsiyle ilgili olarak herhangi bir tanıma Kanunda yer verilmemektedir. Bununla birlikte, doktrin ve uygulamada da olduğu gibi, bir suç karşılığında öngörülen ceza ol­mayıp yaptırım altına alınmış bir fiil olması dolayısıyla, niteliği ve doğurduğu sonuçlar itibarıyla, disiplin hapislerinin sonuçları için geçerli olan seçenek yaptırımlara çevrilememe, ön ödeme uygulanamama, tekerrüre esas olmama, şartla salıverilme hükümleri uygulanamama, ertelenememe ve adlî sicil kayıtla­rına geçirilmeme hususları, maddeyle öngörülen zorlama hapislerinde de ge­çerli olacaktır.

Maddede öngörülen düzenlemeye göre, kişi, verilen tedbir kararına aykırı davranması durumunda, fiili suç oluştursa bile, ihlal edilen tedbirin niteliğine ve aykırılığın ağırlığına göre hâkim kararıyla üç günden on güne kadar zorlama hapsine tabi tutulacaktır. Tedbir kararının gereklerine aykırılığın her tekrarında, ihlal edilen tedbirin niteliğine ve aykırılığın ağırlığına göre zorlama hapsinin süresi artmaktadır. Maddede, zorlama hapsinin toplam süresinin altı ayı geçe­meyeceğine dair hüküm bulunmaktadır. Zorlama hapsine ilişkin kararlar, Cum­huriyet başsavcılığınca yerine getirilecektir.

II- ADALET KOMİSYONU DEĞİŞİKLİK GEREKÇESİ

Tasarının 13’üncü maddesi (Alt Komisyon tarafından yapılan teselsül ön­cesi 12’nci madde), teknik yöntemlerle takip yapılması durumunda ilgilinin görüntü ve ses kayıtlarının alınabilmesini anayasal ilkenin yansıması olarak (Anayasa m.20) hâkim kararına bağlanmıştır. Tasarının 13’üncü maddesi, Ko­misyonumuzca yapılan değişiklik doğrultusunda kabul edilmiştir.

III- AÇIKLAMA

Zorlama hapsi, kanunda yer alan tedbirlerin uygulanması ile ilgili olarak verilen kararlara, şiddet uygulayanın uymaması halinde öngörülen caydırıcı bir tedbirdir. Üç günden on güne kadar zorlama hapsine hâkim karar verebilir. Maddede verilecek cezanın miktarı belirlenirken bu şekilde verilecek hapis cezalarının toplam süresinin altı ayı geçemeyeceği düzenlenmiştir.

Seçenek yaptırımlara çevrilememe, ön ödeme uygulanamama, tekerrüre esas olmama, şartla salıverilme hükümleri uygulanamama, ertelenememe ve adlî sicil kayıtlarına geçirilmeme hususları, zorlama hapislerinde de geçerli olacaktır.

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM  [112]

Merkezlerin Kurulması, Destek Hizmetleri ve Kurumlararası Koordinasyon

Şiddet önleme ve izleme merkezlerinin kurulması [113]

Madde 14 – (1) Bakanlık, gerekli uzman personelin görev yaptığı ve tercihen kadın personelin istihdam edildiği, şiddetin önlenmesi ile koru­yucu ve önleyici tedbirlerin etkin olarak uygulanmasına yönelik destek ve izleme hizmetlerinin verildiği, çalışmalarını yedi gün yirmidört saat esa­sına göre yürüten, çalışma usul ve esasları yönetmelikle belirlenen, şiddet önleme ve izleme merkezlerini kurar.

(2) Kurulan merkezlerde şiddetin önlenmesi ile koruyucu ve önleyici tedbirlerin etkin olarak uygulanmasına yönelik izleme çalışmaları yapılır ve destek hizmetleri verilir.

I- HÜKÜMET GEREKÇESİ

Maddede, şiddetin önlenmesi ile koruyucu ve önleyici tedbirlerin etkin olarak uygulanmasına yönelik destek hizmetinin verildiği ve izleme çalışmala­rının yedi gün yirmidört saat esası ile yürütüldüğü şiddet önleme ve izleme merkezlerinin kurulması, çalışma usul ve esasları düzenlenmiştir.

II- ADALET KOMİSYONU DEĞİŞİKLİK GEREKÇESİ

Tasarının 14’üncü maddesi (Alt Komisyon tarafından yapılan teselsül ön­cesi 13’üncü madde), şiddet önleme ve izleme merkezlerinde durumun gerekle­rine göre tercihen kadın personel istihdam edilebilmesi amacıyla Alt Komisyon tarafından değiştirilmiş ve değişiklikler Komisyonumuzca da uygun görül­müştür. Tasarının 14’üncü maddesi, aynen kabul edilmiştir.

III- AÇIKLAMA

Şiddetin önlenmesinin yanında kolluk amiri, mülkî amir veya hâkim tara­fından verilen önleyici veya koruyucu tedbirlerin amacına uygun olarak uygu­lanmasını sağlamak için gerekli destek ve izleme hizmetlerinin verileceği şid­det önleme ve izleme merkezleri kurulacaktır. Bakanlık bünyesinde kurulacak bu merkezler yirmidört saat esasına göre çalışacak olup bu birimlerde çalışacak uzmanların tercihen kadınlardan oluşacağı belirtilmiştir.

Destek hizmetleri [114]

Madde 15 – (1) Bu Kanun kapsamında şiddetin önlenmesi ve verilen tedbir kararlarının etkin olarak uygulanmasının izlenmesi bakımından şiddet önleme ve izleme merkezleri tarafından verilecek destek hizmetleri şunlardır:

a) Koruyucu ve önleyici tedbir kararları ile zorlama hapsinin veril­mesine ve uygulanmasına ilişkin veri toplayarak bilgi bankası oluşturmak, tedbir kararlarının sicilini tutmak.

b) Korunan kişiye verilen barınma, geçici maddi yardım, sağlık, adlî yardım hizmetleri ve diğer hizmetleri koordine etmek.

c) Gerekli hâllerde tedbir kararlarının alınmasına ve uygulanmasına yönelik başvurularda bulunmak.

ç) Bu Kanun kapsamındaki şiddetin sonlandırılmasına yönelik birey­sel ve toplumsal ölçekte programlar hazırlamak ve uygulamak.

d) Bakanlık bünyesinde kurulan çağrı merkezinin bu Kanunun ama­cına uygun olarak yaygınlaştırılması ve yapılan müracaatların izlenmesini sağlamak.

e) Bu Kanun kapsamındaki şiddetin sonlandırılması için çalışan ilgili sivil toplum kuruluşlarıyla işbirliği yapmak.

(2) Korunan kişilerle ilgili olarak şiddet önleme ve izleme merkezleri tarafından verilecek destek hizmetleri şunlardır:

a) Kişiye hakları, destek alabilecekleri kurumlar, iş bulma ve benzeri konularda rehberlik etmek ve meslek edindirme kurslarına katılmasına yönelik faaliyetlerde bulunmak.

b) Verilen tedbir kararıyla ulaşılmak istenen amacın gerçekleşmesine yönelik önerilerde bulunmak ve yardımlar yapmak.

c) Tedbir kararlarının uygulanmasının sonuçlarını ve kişiler üzerin­deki etkilerini izlemek.

ç) Psiko-sosyal ve ekonomik sorunların çözümünde yardım ve danış­manlık yapmak.

d) Hâkimin isteği üzerine; kişinin geçmişi, ailesi, çevresi, eğitimi, kişi­sel, sosyal, ekonomik ve psikolojik durumu hakkında ayrıntılı sosyal araş­tırma raporu hazırlayıp sunmak.

e) İlgili merci tarafından istenilmesi hâlinde, tedbirlerin uygulanma­sının sonuçları ve ilgililer üzerindeki etkilerine dair rapor hazırlamak.

f) 29.5.1986 tarihli ve 3294 sayılı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanış­mayı Teşvik Kanunu hükümleri uyarınca maddi destek sağlanması konu­sunda gerekli rehberliği yapmak.

(3) Şiddet uygulayanla ilgili olarak şiddet önleme ve izleme merkez­leri tarafından verilecek destek hizmetleri şunlardır:

a) Hâkimin isteği üzerine; kişinin geçmişi, ailesi, çevresi, eğitimi, kişi­sel, sosyal, ekonomik ve psikolojik durumu ile diğer kişiler ve toplum açı­sından taşıdığı risk hakkında ayrıntılı sosyal araştırma raporu hazırlayıp sunmak.

b) İlgili makam veya merci tarafından istenilmesi hâlinde, tedbirlerin uygulanmasının sonuçları ve ilgililer üzerindeki etkilerine dair rapor ha­zırlamak.

c) Teşvik edici, aydınlatıcı ve yol gösterici mahiyette olmak üzere ki­şinin;

1) Öfke kontrolü, stresle başa çıkma, şiddeti önlemeye yönelik farkındalık sağlayarak tutum ve davranış değiştirmeyi hedefleyen eğitim ve rehabilitasyon programlarına katılmasına,

2) Alkol, uyuşturucu, uçucu veya uyarıcı madde bağımlılığının ya da ruhsal bozukluğunun olması hâlinde, bir sağlık kuruluşunda muayene veya tedavi olmasına,

3) Meslek edindirme kurslarına katılmasına,

yönelik faaliyetlerde bulunmak.

(4) Şiddet mağduru ile şiddet uygulayana yönelik hizmetler, zorunlu hâller dışında farklı birimlerde sunulur.

I- HÜKÜMET GEREKÇESİ

Maddede şiddet önleme ve izleme merkezleri tarafından şiddetin önlen­mesi ve alınan tedbirlerin etkin olarak uygulanmasının izlenmesi, korunan kişi ve şiddet uygulayan veya şiddet uygulama ihtimali olan kişi hakkında verilecek destek hizmetlerinin çeşitleri ve amaçları, Bakanlık bünyesinde kurulan çağrı merkezinin Kanun amacına uygun olarak yaygınlaştırılması, Kanun kapsa­mında şiddetin sonlandırılması için çalışan ilgili sivil toplum kuruluşları ile işbirliği ilkesi düzenlenmiştir.

II- ADALET KOMİSYONU DEĞİŞİKLİK GEREKÇESİ

Tasarının 15’inci maddesi (Alt Komisyon tarafından yapılan teselsül ön­cesi 14’üncü madde), şiddet önleme ve izleme merkezlerinde, korunanların da meslek edindirme kurslarına katılmalarına yönelik faaliyetlerin yürütülmesi amacıyla Alt Komisyon tarafından değiştirilmiş ve değişiklikler Komisyonu­muzca da uygun görülmüştür. Tasarının 15’inci maddesi aynen kabul edilmiş­tir.

III- AÇIKLAMA

A- Şiddetin Önlenmesi ve Tedbir Kararları ile İlgili Olarak Verilecek Destek Hizmetleri

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı bünyesinde kurulacak olan şiddet önleme ve izleme merkezleri, bu kanun kapsamında verilen koruyucu ve önle­yici tedbir kararları ile zorlama hapsinin verilmesine ve uygulanmasına ilişkin veri toplayarak bu verilerle bilgi bankası oluşturacak, verilen tedbir kararlarının sicilini tutacak, korunan kişiye verilen barınma, geçici maddi yardım, sağlık, adlî yardım hizmetleri ve diğer hizmetleri koordine edecek, gerekli hâllerde tedbir kararlarının alınmasına ve uygulanmasına yönelik başvurularda buluna­cak, bu Kanun kapsamındaki şiddetin sonlandırılmasına yönelik bireysel ve toplumsal ölçekte programlar hazırlayıp bu programları uygulayacak, Bakanlık bünyesinde kurulan çağrı merkezinin bu Kanunun amacına uygun olarak yay­gınlaştırılması ve yapılan müracaatların izlenmesini sağlayacak, yine bu Kanun kapsamındaki şiddetin sonlandırılması için çalışan ilgili sivil toplum kuruluşla­rıyla işbirliği yapacaktır.

B- Korunan Kişilerle İlgili Olarak Verilecek Destek Hizmetleri

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı bünyesinde kurulacak olan şiddet önleme ve izleme merkezlerince, korunan kişiler ile ilgili olarak verilecek des­tek hizmetleri; kişilerin hakları konusunda aydınlatılması, kişilere destek ala­bilecekleri kurumlar, iş bulma ve benzeri konularda rehberlik etmek, yine kişi­lerin meslek edindirme kurslarına katılmasına yönelik faaliyetlerde bulunmak, verilen tedbir kararıyla ulaşılmak istenen amacın gerçekleşmesine yönelik öne­rilerde bulunmak ve yardımlar yapmak, tedbir kararlarının uygulanmasının sonuçlarını ve kişiler üzerindeki etkilerini izlemek, psiko-sosyal ve ekonomik sorunların çözümünde yardım ve danışmanlık yapmak, hâkimin isteği üzerine; kişinin geçmişi, ailesi, çevresi, eğitimi, kişisel, sosyal, ekonomik ve psikolojik durumu hakkında ayrıntılı sosyal araştırma raporu hazırlayıp sunmak, ilgili merci tarafından istenilmesi hâlinde, tedbirlerin uygulanmasının sonuçları ve ilgililer üzerindeki etkilerine dair rapor hazırlamak, 29.5.1986 tarihli ve 3294 sayılı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Kanunu hükümleri uyarınca maddi destek sağlanması konusunda gerekli rehberliği yapmak olarak sıralan­mıştır.

C- Şiddet Uygulayanla İlgili Olarak Verilecek Destek Hizmetleri

Şiddet uygulayanla ilgili olarak şiddet önleme ve izleme merkezleri tara­fından verilecek destek hizmetleri ise hâkimin isteği üzerine; kişinin geçmişi, ailesi, çevresi, eğitimi, kişisel, sosyal, ekonomik ve psikolojik durumu ile diğer kişiler ve toplum açısından taşıdığı risk hakkında ayrıntılı sosyal araştırma ra­poru hazırlayıp sunmak, ilgili makam veya merci tarafından istenilmesi hâ­linde, tedbirlerin uygulanmasının sonuçları ve ilgililer üzerindeki etkilerine dair rapor hazırlamak, teşvik edici, aydınlatıcı ve yol gösterici mahiyette olmak üzere kişinin; öfke kontrolü, stresle başa çıkma, şiddeti önlemeye yönelik farkındalık sağlayarak tutum ve davranış değiştirmeyi hedefleyen eğitim ve rehabilitasyon programlarına katılmasına, alkol, uyuşturucu, uçucu veya uyarıcı madde bağımlılığının ya da ruhsal bozukluğunun olması hâlinde, bir sağlık kuruluşunda muayene veya tedavi olmasına, meslek edindirme kurslarına ka­tılmasına, yönelik faaliyetlerde bulunmak olarak sıralanmıştır.

D- Şiddet Mağduru ile Şiddet Uygulayana Yönelik Hizmetler

Kanun, şiddet mağduru ile şiddet uygulayana yönelik hizmetler, zorunlu hâller dışında farklı birimlerde sunulur demek suretiyle tedbir kararının veril­mesinden sonra tarafların bir araya gelmelerini engellemeye çalışmış bu haliyle verilen tedbir kararlarının sıhhatini korumak istediği gibi mağdurun herhangi bir vesile ile yeniden şiddete uğraması veya uğrama tehlikesi ile karşı karşıya gelmesini engellemeye çalışmıştır.

Kurumlararası koordinasyon ve eğitim [115]

Madde 16 – (1) Bu Kanun hükümlerinin yerine getirilmesinde kurumlararası koordinasyon Bakanlık tarafından gerçekleştirilir.

(2) Kamu kurum ve kuruluşları ile diğer gerçek ve tüzel kişiler, bu Kanunun uygulanmasıyla ilgili olarak kendi görev alanına giren konu­larda işbirliği ve yardımda bulunmak ve alınan tedbir kararlarını ivedi­likle yerine getirmekle yükümlüdür. Gerçek ve tüzel kişiler, bu Kanun kapsamında Bakanlık çalışmalarını desteklemek ve ortak çalışmalar yap­mak üzere teşvik edilir.

(3) Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumu ile ulusal, bölgesel ve yerel yayın yapan özel televizyon kuruluşları ve radyolar, ayda en az doksan dakika kadınların çalışma yaşamına katılımı, özellikle kadın ve çocukla ilgili olmak üzere şiddetle mücadele mekanizmaları ve benzeri politikalar konusunda Bakanlık tarafından hazırlanan ya da hazırlattırılan bilgilen­dirme materyallerini yayınlamak zorundadır. Bu yayınlar, asgari otuz dakikası 17.00-22.00 saatleri arasında olmak üzere 08.00-22.00 saatleri arasında yapılır ve yayınların kopyaları her ay düzenli olarak Radyo ve Televizyon Üst Kuruluna teslim edilir. Bu saatler dışında yapılan yayınlar aylık doksan dakikalık süreye dâhil edilmez. Bu süreler Radyo ve Televiz­yon Üst Kurulu tarafından denetlenir. Televizyon kuruluşları ve radyo­larda yayınlanacak bilgilendirme materyalleri, Bakanlık birimleri tarafın­dan üniversiteler, ilgili meslek kuruluşları ve sivil toplum kuruluşlarının da görüşleri alınarak hazırlanır.

(4) Bu Kanunda öngörülen görevlerin yerine getirilmesi sırasında kamu kurum ve kuruluşlarının personeli Bakanlık görevlilerine yardımcı olurlar.

(5) Tüm kamu kurum ve kuruluşları ile kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları, personel ve üyelerinin bu Kanunun etkin bir biçimde uygulanması amacıyla Bakanlığın hazırlayıp koordine edeceği, kadının insan hakları ile kadın erkek eşitliği konusunda eğitim programlarına ka­tılmasını sağlar.

(6) İlköğretim ve ortaöğretim müfredatına, kadının insan hakları ve kadın erkek eşitliği konusunda eğitime yönelik dersler konulur.

 I- HÜKÜMET GEREKÇESİ

Maddede Kanunun uygulanması sırasında işbirliğinin ve koordinasyonun Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı tarafından yerine getirileceği hüküm altına alınmıştır. Maddede medya organlarına da sorumluluk yüklenmiş olup, kadın­ların çalışma yaşamına katılımı, özellikle kadın ve çocuk olmak üzere kişilere yönelik şiddetle mücadele mekanizmaları konusunda hazırlanan materyallerin yayınlanmasına ilişkin zorunluluk ve eğitim programlarının düzenlenmesi ve koordinasyonu hükme bağlanmıştır.

II- ADALET KOMİSYONU DEĞİŞİKLİK GEREKÇESİ

Tasarıda öngörülen görevlerin yerine getirilmesi sırasında kamu kurum ve kuruluşlarının personelinin Bakanlık görevlilerine yardımcı olmalarını ve kamu kurum ve kuruluşları ile kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları perso­nel ve üyelerinin bu Kanunun etkin bir biçimde uygulanması amacıyla Bakan­lığın hazırlayıp koordine edeceği kadın hakları ile kadın-erkek eşitliği konu­sunda eğitim programlarına katılmasını sağlamak amacıyla Tasarının 16’ncı maddesi (Alt Komisyon tarafından yapılan teselsül öncesi 15’inci madde) Alt Komisyon tarafından değiştirilmiş ve değişiklikler Komisyonumuzca da uygun görülmüştür. Ayrıca televizyon ve radyolarda yapılacak yayınlarda bilgilen­dirme yayınlarının uzman kuruluşlar tarafından tarafsızlık ilkesi çerçevesinde hazırlanması ve ilköğretim ve ortaöğretim kurumlarında öğrencilerin kadın erkek eşitliği ve benzeri konularda bilgi edinmelerinin sağlanmasını teminen Tasarının 16’ncı maddesinde Komisyonumuzca değişiklik yapılmıştır. Tasarı­nın 16’ncı maddesi yapılan değişiklikler doğrultusunda kabul edilmiştir.

III- TBMM – ÖNERGE DEĞİŞİKLİK GEREKÇESİ[116]

Kadın erkek eşitliği ifadesinin daha geniş bir anlam ifade ettiği değerlen­dirildiğinden bu önerge verilmiştir.

IV- AÇIKLAMA

Madde metninde ve gerekçelerde kurumlararası koodinasyon ve eğitime ilişkin düzenlemeler çerçevesinde ilgili kişi ve kuruluşların üzerine düşen yü­kümlülükler açıklanmıştır.

 DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

Mali Hükümler

Geçici maddi yardım yapılması [117]

Madde 17 – (1) Bu Kanun hükümlerine göre geçici maddi yardım ya­pılmasına karar verilmesi hâlinde, onaltı yaşından büyükler için her yıl belirlenen aylık net asgari ücret tutarının otuzda birine kadar günlük ödeme yapılır. Korunan kişinin birden fazla olması hâlinde, ilave her bir kişi için bu tutarın yüzde yirmisi oranında ayrıca ödeme yapılır. Ancak, ödenecek tutar hiçbir şekilde belirlenen günlük ödeme tutarının bir buçuk katını geçemez. Korunan kişilere barınma yeri sağlanması hâlinde bu fık­rada belirlenen tutarlar yüzde elli oranında azaltılarak uygulanır.

(2) Bu ödemeler, Bakanlık bütçesine, geçici maddi yardımlar için ko­nulan ödenekten karşılanır. Yapılan ödemeler, şiddet uygulayandan tebliğ tarihinden itibaren bir ay içinde tahsil edilir. Bu şekilde tahsil edileme­yenler 21/7/1953 tarihli ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümlerine göre ilgili vergi dairesi tarafından takip ve tahsil edilir.

(3) Korunan kişinin gerçeğe aykırı beyanda bulunduğunun tespiti hâlinde yapılan yardımlar, bu kişiden 6183 sayılı Kanun hükümlerine göre tahsil edilir.

 I- HÜKÜMET GEREKÇESİ

Maddede geçici maddi yardım yapılması, yapılacak ödemelerden vergi alınmayacağı ve yapılan ödemelerin şiddet uygulayan veya uygulama ihtimali bulunan kişiden veya gerçeğe aykırı beyanda bulunduğu tespit edilen kişiden 6183 sayılı Kanun hükümlerine göre tahsili düzenlenmiştir.

II- TBMM – ÖNERGE DEĞİŞİKLİK GEREKÇESİ[118]

Korunan kişi sayısı ve barınma yeri dikkate alınarak geçici maddi yardım tutarları yeniden düzenlenmiştir.

III- AÇIKLAMA

Kanun hükümlerine göre verilecek geçici maddi yardım tutarına ilişkin detaylı açıklamalara yer veren madde hükmüne göre, günlük maddi yardım tutarı, 16 yaşından büyükler için belirlenen asgari ücretin otuzda biri olarak belirlenmiştir.

Korunan kişinin birden fazla olması hâlinde, ilave her bir kişi için bu tuta­rın yüzde yirmisi oranında ayrıca ödeme yapılacaktır. Ancak, ödenecek tutar hiçbir şekilde belirlenen günlük ödeme tutarının bir buçuk katını geçemeye­cektir. Korunan kişilere barınma yeri sağlanması hâlinde yukarıda açıklanan usule göre belirlenecek maddi yardımın tutarları yüzde elli oranında azaltılarak uygulanacaktır.

Bu maddeye göre yapılacak maddi yardımlar bir ay içerisinde şiddet uy­gulayandan tahsil edilecektir. Eğer şiddet uygulayan bu ödemeyi yapmazsa hakkında vergi dairesince kamu alacaklarına ilişkin takip usulüne uygun icrai işlemler başlatılacaktır.

Şiddet uygulayandan maddi yardımın geri alınmasına ilişkin bu maddenin şiddetin engellenmesinde önemli ve yararlı bir etkisi olacağını düşünmekteyiz.

Maddede, kötü niyetle maddi yardım alabilmek için gerçeğe aykırı be­yanda bulunanlardan, yardımların yine kamu alacaklarına ilişkin takip usulü ile tahsil edileceği düzenleme altına alınmıştır.

Nafaka [119]

Madde 18 – (1) Bu Kanun hükümlerine göre nafakaya karar veril­mesi hâlinde, kararın bir örneği, re’sen nafaka alacaklısının veya borçlu­sunun yerleşim yeri icra müdürlüğüne gönderilir.

(2) Nafaka ödemekle yükümlü kılınan kişinin Sosyal Güvenlik Ku­rumu ile bağlantısı olması durumunda, korunan kişinin başvurusu aran­maksızın nafaka, ilgilinin aylık, maaş ya da ücretinden icra müdürlüğü tarafından tahsil edilir. İcra müdürlüklerinin nafakanın tahsili işlemlerine ilişkin posta giderleri Cumhuriyet başsavcılığının suçüstü ödeneğinden karşılanır.

I- HÜKÜMET GEREKÇESİ

Maddede, korunan kişinin hayatını devam ettirebilmesi için nafakaya hükmedilmesi halinde nafakanın tahsili için icra müdürlüğü tarafından gerekli icrai işlemlerin yapılacağı ve icra müdürlüklerinin nafakanın tahsili işlemlerine ilişkin posta giderlerinin Cumhuriyet başsavcılığının suçüstü ödeneğinden kar­şılanacağı düzenlenmiştir.

II- AÇIKLAMA

Madde ile bir tedbir olarak hâkim tarafından hükmedilen nafakanın tahsili konusunda re’sen hareket edilmesi düzenlenmiştir. Nafaka kararının bir örneği mahkeme tarafından re’sen nafaka alacaklısının veya borçlusunun yerleşim yeri icra dairesine gönderilecek ve icra müdürlüğü de ayrıca bir başvuru ve talep aramaksızın nafaka yükümlüsünün Sosyal Güvenlik Kurumu ile bağlantılı ol­ması halinde maaş ya da ücretinden bu nafakayı tahsil edecektir.

Nafaka yükümlüsünün Sosyal Güvenlik Kurumu ile bağlantılı “olma­ması” halinde icra müdürüne 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun borcun tah­siline yönelik diğer hükümlerini re’sen uygulama yetkisi verilmediğinden bu­nun dışındaki mevcut araştırması ve tahsilât işlemlerinin nafaka alacaklısının talebi ile yapılması gerektiği kanaatindeyiz.

Sağlık giderleri [120]

Madde 19 – (1) Bu Kanun hükümlerine göre hakkında koruyucu tedbir kararı verilen kişilerden genel sağlık sigortalısı olmayan ve genel sağlık sigortalısının bakmakla yükümlü olduğu kişi kapsamına da girme­yen veya genel sağlık sigortası prim borcu sebebiyle fiilen genel sağlık si­gortasından yararlanamayan ya da diğer mevzuat hükümleri gereğince tedavi yardımından yararlanma hakkı bulunmayanlar; bu hâllerin devamı süresince, 31.5.2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun 60 ıncı maddesinin birinci fıkrasının (c) bendinin (1) numaralı alt bendi kapsamında, gelir testine tabi tutulmaksızın genel sağ­lık sigortalısı sayılır.

(2) Bu Kanun hükümlerine göre hakkında önleyici tedbir kararı ve­rilen kişinin aynı zamanda rehabilitasyonunun veya tedavi edilmesinin gerekli olduğuna karar verilmesi hâlinde, genel sağlık sigortası kapsa­mında karşılanmayan rehabilitasyon hizmetlerine yönelik giderler ile re­habilitasyon hizmetleri kapsamında verilmesi gereken diğer sağlık hiz­metlerinin giderleri Bakanlık bütçesinin ilgili tertiplerinden karşılanır.

I- HÜKÜMET GEREKÇESİ

Maddede Kanun uyarınca şiddet mağdurlarının Sosyal Sigortalar ve Ge­nel Sağlık Sigortası Kanununa göre gerekli prim ödeme gün sayısının bulunmaması veya prim borcunun bulunması nedeniyle fiilen genel sağlık sigorta­sından yararla­namayanların bu hallerinin devamı süresince her türlü muayene ve tedavi­sinin yapılması, şiddet uygulayan ya da uygulama ihtimali bulunan kişilerin ise rehabi­litasyon hizmetlerinden yararlanmasına karar verilenlerin sağlık giderlerinin Ba­kanlık tarafından karşılanacağına ilişkin düzenlemeye yer verilmiştir.

II- TBMM – ÖNERGE DEĞİŞİKLİK GEREKÇESİ [121]

Hakkında tedbir kararı verilenlerin tedavi giderlerinin Bakanlık bütçesin­den karşılanması yerine bu kişilerin genel sağlık sigortası kapsamına alınması ve hakkında önleyici tedbir kararı verilen kişinin genel sağlık sigortası kapsa­mında karşılanmayan rehabilitasyon hizmetlerine ait giderlerin Bakanlık bütçe­sinden karşılanması amaçlanmaktadır.

III- AÇIKLAMA

Koruyucu tedbir kararı verilen kişilerin sağlık sigortasının bulunmaması halinde genel sağlık sigortalısı sayılacakları düzenlenmiştir.

Önleyici tedbir kararı verilen kişinin aynı zamanda rehabilitasyonunun veya tedavi edilmesinin gerekli olduğuna karar verilmesi hâlinde, genel sağlık sigortası kapsamında karşılanmayan rehabilitasyon hizmetlerine yönelik gider­ler ile rehabilitasyon hizmetleri kapsamında verilmesi gereken diğer sağlık hizmetlerinin giderlerininde karşılanacağı düzenlenmiştir.

 Harçlar ve masraflardan, vergilerden muafiyet ve davaya katılma [122]

Madde 20 – (1) Bu Kanun kapsamındaki başvurular ile verilen ka­rarların icra ve infazı için yapılan işlemlerden yargılama giderleri, harç, posta gideri ve benzeri hiçbir ad altında masraf alınmaz. Bu Kanunun 17 nci maddesi uyarınca yapılan ödemeler gelir vergisi ile veraset ve intikal vergisinden, bu ödemeler için düzenlenen kâğıtlar ise damga vergisinden müstesnadır.

(2) Bakanlık, gerekli görmesi hâlinde kadın, çocuk ve aile bireylerine yönelik olarak uygulanan şiddet veya şiddet tehlikesi dolayısıyla açılan idarî, cezaî, hukukî her tür davaya ve çekişmesiz yargıya katılabilir.

I - HÜKÜMET GEREKÇESİ

Maddede Kanun kapsamında yapılacak başvurular ile icra ve infaz iş­lemlerinin harç, yargılama gideri ve masraflardan muaf tutulacağı düzenlen­miştir.

II- ADALET KOMİSYONU DEĞİŞİKLİK GEREKÇESİ

Tasarının 20’nci maddesi (Alt Komisyon tarafından yapılan teselsül ön­cesi 19’uncu madde) başlığıyla birlikte, Bakanlığın, gerekli görmesi halinde kadın, çocuk ve aile bireylerine yönelik olarak uygulanan şiddet veya şiddet uygulanması ihtimali dolayısıyla açılan idari, cezai, hukukî her tür davaya ve çekişmesiz yargıya katılabilmesini teminen Alt Komisyon tarafından değişti­rilmiş ve değişiklikler Komisyonumuzca da uygun görülmüştür. Ayrıca Tasarı­nın 17’nci maddesinde, yine bu madde uyarınca yapılan ödemelerin gelir ver­gisi ve veraset ve intikal vergisinden; bu ödemeler için düzenlenen kâğıtlarında damga vergisinden müstesna olduğu hükme bağlanmasına rağmen, sistematik birliğin sağlanması amacıyla söz konusu düzenleme, Komisyonumuzca mad­denin birinci fıkrası kapsamına alınmıştır. Diğer taraftan ikinci fıkrada geçen “şiddet uygulama ihtimali” ibaresi, belli bir yoğunluğunu ifade etmediğinden, bu yönde bir yoğunluğu amaçlayan “şiddet tehlikesi” ibaresi olarak değiştiril­miştir.

Tasarının 20’nci maddesi, yapılan değişiklik doğrultusunda kabul edil­miştir.

III- AÇIKLAMA

Bu düzenleme ile özellikle 1.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sa­yılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile dava açarken (aile mahkemesine müra­caat ederken) peşinen alınan ve ödeme gücü olmayan, gecikmesinde sakınca bulunan hallerde, mağdurun zamanında müracaat edememesi sonucunu doğu­rabilecek yargılama giderleri sorunu aşılmıştır.

Ayrıca verilen kararların icra ve infazı için yapılan işlemlerden yargılama giderleri, harç, posta gideri ve benzeri hiçbir ad altında masraf alınmayacak olup geçici olarak yapılan maddi yardımlara da vergi muafiyeti tanınmıştır.

Bu Kanunun belki de en önemli düzenlemelerinden birisi Bakanlığın şid­det veya şiddet tehlikesi dolayısıyla açılan idarî, cezaî, hukukî her tür davaya ve çekişmesiz yargıya katılabileceğine ilişkin düzenlemedir. Bu düzenleme ile taraflarca davanın Bakanlığa ihbarı mümkün görünmektedir.

BEŞİNCİ BÖLÜM

Çeşitli ve Son Hükümler

Kadrolar [123]

Madde 21 – (1) Ekli listede yer alan kadrolar ihdas edilerek 13.12.1983 tarihli ve 190 sayılı Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin eki (I) sayılı cetvelin Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığına ait bölümüne eklenmiştir.

I- HÜKÜMET GEREKÇESİ

Maddede, Kanunla Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığına verilen yeni gö­revler gözönünde bulundurularak kadro ihdası düzenlenmiştir.

II- AÇIKLAMA

Madde metninde ve gerekçelerde kadro ihdasına ilişkin düzenlemeler açıklanmıştır.

Yönetmelik [124]

Madde 22 – (1) Bu Kanunun uygulanmasına ilişkin usul ve esaslar altı ay içinde, Adalet, İçişleri, Maliye, Milli Eğitim ve Sağlık Bakanlıkları­nın görüşleri alınmak suretiyle Bakanlık tarafından hazırlanan yönetme­liklerle düzenlenir.

I- HÜKÜMET GEREKÇESİ

Maddede Kanun hükümlerine göre çıkarılması gereken yönetmeliklerin çıkarılma usulü hüküm altına alınmıştır.

II- TBMM – ÖNERGE DEĞİŞİKLİK GEREKÇESİ [125]

Bu Kanunun uygulanmasında yeri bulunan Milli Eğitim Bakanlığının da yönetmelik çalışmalarına dahil edilmesi gerektiği değerlendirildiğinden bu önerge verilmiştir.

III- AÇIKLAMA

Bu Kanunun uygulanmasına ilişkin detaylar Adalet, İçişleri, Maliye, Milli Eğitim ve Sağlık Bakanlıklarının görüşleri alınmak suretiyle Bakanlık tarafın­dan hazırlanacak yönetmeliklerle düzenleme altına alınacaktır.

Yürürlükten kaldırılan hükümler ve atıflar [126]

Madde 23 – (1) 14.1.1998 tarihli ve 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun yürürlükten kaldırılmıştır.

(2) Mevzuatta 4320 sayılı Kanuna yapılan atıflar bu Kanuna yapılmış sayılır.

(3) Bu Kanunun yürürlüğe girmesinden önce 4320 sayılı Kanun hü­kümlerine göre verilen kararların uygulanmasına devam olunur.

I- HÜKÜMET GEREKÇESİ

Maddede, 14.1.1998 tarihli ve 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Ka­nun yürürlükten kaldırılmış ve daha önce 4320 sayılı Kanun hükümlerine göre verilen kararların uygulanmasına devam edileceği hususu hüküm altına alınmıştır.

II- AÇIKLAMA

Madde ile 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun yürürlükten kal­dırılmıştır. Yürürlükte bulunan mevzuattan, 4320 sayılı Kanuna yapılan atıfla­rın 6284 sayılı Kanuna yapılmış sayılacağı düzenlenmiştir.

Ayrıca yürürlükten kaldırılan 4320 sayılı Kanun hükümlerine göre verilen kararların uygulanmasına devam edilecektir.

Şiddet önleme ve izleme merkezlerinin faaliyete geçmesi [127]

Geçici Madde 1 – (1) Bu Kanunun 14 üncü maddesinde kurulması öngörülen şiddet önleme ve izleme merkezleri, Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren iki yıl içinde Bakanlık tarafından belirlenecek illerde pi­lot uygulama yapılmak üzere kurulur. Kuruluşları tamamlanıncaya kadar merkezlerin görevlerinin Bakanlığın hangi birimlerince yürütüleceği Ba­kanlık tarafından belirlenir.

I - HÜKÜMET GEREKÇESİ

Maddede, şiddet önleme ve izleme merkezlerinin kuruluşları tamamlanın­caya kadar bu merkezlere verilen görevlerin Bakanlığın diğer birimleri tarafın­dan yapılacağına dair düzenleme yapılmıştır.

II - ADALET KOMİSYONU DEĞİŞİKLİK GEREKÇESİ

Tasarının geçici 1’inci maddesi, yürürlüğe giriş tarihinden itibaren şiddet önleme ve izleme merkezlerinin iki yıl içinde Bakanlık tarafından belirlenecek illerde pilot uygulamanın sağlanması amacıyla Komisyonumuzca değiştiril­miştir. Tasarının geçici 1’inci maddesi, yapılan değişiklik doğrultusunda kabul edilmiştir.

III - AÇIKLAMA

Maddede, şiddet önleme ve izleme merkezlerinin faaliyete geçmesine ilişkin usuller düzenlenmiştir.

Yürürlük [128]

Madde 24 – (1) Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

I- HÜKÜMET GEREKÇESİ

Yürürlük maddesidir.

Yürütme [129]

Madde 25 – (1) Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.

I- HÜKÜMET GEREKÇESİ

Yürütme maddesidir.

Liste

KURUMU: AİLE VE SOSYAL POLİTİKALAR BAKANLIĞI

TEŞKİLATI: TAŞRA

İHDAS EDİLEN KADROLARIN

SINIFI

UNVANI

DERECESİ

SERBEST KADRO ADEDİ

TOPLAM

GİH

Kuruluş Müdürü

2

10

10

GİH

Kuruluş Müdürü

3

4

4

TH

Sosyolog

3

10

10

TH

Sosyolog

3

10

10

TH

Sosyolog

4

5

5

TH

Sosyolog

5

20

20

SH

Psikolog

3

20

20

SH

Psikolog

4

20

20

SH

Psikolog

5

20

20

SH

Psikolog

7

30

30

SH

Sosyal Çalışmacı

3

10

10

SH

Sosyal Çalışmacı

4

10

10

SH

Sosyal Çalışmacı

5

10

10

SH

Sosyal Çalışmacı

7

15

15

SH

Çocuk Gelişimcisi

4

5

5

SH

Çocuk Gelişimcisi

5

5

5

SH

Çocuk Gelişimcisi

7

10

10

SH

Çocuk Gelişimcisi

9

22

22

SH

Hemşire

3

4

4

SH

Hemşire

4

15

15

SH

Hemşire

7

15

15

SH

Hemşire

9

20

20

YH

Bakıcı Anne

5

10

10

YH

Bakıcı Anne

7

22

22

YH

Bakıcı Anne

12

22

22

TOPLAM

362

362



[1] TBMM’nde Kanunun tümü üzerinde  yapılan görüşmeler için … sayfaya bakınız.

[2] T.C. Başbakanlık Kanunlar ve Kararlar Genel Müdürlüğü, Tarih:  24/2/2012 Sayı: B.02.0.KKG.0.10/101-428/872

[3] TBMM’nde 1 ila 13. maddeleri içeren 1. bölüm üzerinde  yapılan görüşmeler için … sayfaya bakınız.

[4] TBMM’nde 1. Madde üzerinde  yapılan görüşmeler için … sayfaya bakınız.

[5] (Mülga) 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun’un koruma kapsamı ile ilgili olan kapsamlı bir tartışma için Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2009/7-131 E. 2009/284 K. 08.12.2009 tarihli kararı. Tam metni için bkz sahife …

[6] Türk Medeni Kanunu, Kanun Numarası: 4721, Kabul Tarihi: 22.11.2001, Yayım­landığı Resmi Gazete Tarihi: 8.12.2001 Sayı : 24607, Madde 40.- Cinsiyetini değiş­tirmek isteyen kimse, şahsen başvuruda bulunarak mahkemece cinsiyet değişikliğine izin verilmesini isteyebilir. Ancak, iznin verilebilmesi için, istem sahibinin onsekiz ya­şını doldurmuş bulunması ve evli olmaması; ayrıca transseksüel yapıda olup, cinsiyet değişikliğinin ruh sağlığı açısından zorunluluğunu ve üreme  yeteneğinden sürekli bi­çimde yoksun bulunduğunu bir eğitim ve araştırma hastanesinden alınacak resmî sağ­lık kurulu raporuyla belgelemesi şarttır.

Verilen izne bağlı olarak amaç ve tıbbî yöntemlere uygun bir cinsiyet değiştirme ameliyatı gerçekleştirildiğinin resmî sağlık kurulu raporuyla doğrulanması hâlinde, mahkemece nüfus sicilinde gerekli düzeltmenin yapılmasına karar verilir.

[7] Çocuk Koruma Kanunu, Kanun Numarası: 5395, Kanun Kabul Tarihi: 03.07.2005, Resmi Gazete Tarihi: 15.07.2005, Resmi Gazete Sayısı: 25876, madde 3/a

[8] Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, Kanun Numarası: 2709, Kabul Tarihi: 18.10.1982, Yayımlandığı R.Gazete: Tarih: 9.11.1982 Üçüncü Bölüm, Sosyal ve Ekonomik Haklar ve Ödevler, I. Ailenin korunması ve çocuk hakları, Madde 41.

[9] ÖZTAN Bilge, Aile Hukuku, 5. Baskı, Turhan Kitabevi, Ankara, 2004, Sahife 2 vd.

[10] OĞUZMAN Kemal, DURAL Mustafa, Aile Hukuku, Gözden Geçirilmiş İkinci Baskı, Filiz Kitabevi, İstanbul, 1998, Sahife 1.

[11] 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu madde 367; Aile hâlinde yaşayan birden çok kimsenin oluşturduğu topluluğun kanuna, sözleşmeye veya örfe göre belirlenen bir ev baş­kanı varsa, evi yönetme yetkisi ona ait olur. Evi yönetme yetkisi, kan veya kayın hısımlığı, işçilik, çıraklık veya benzeri sebeplerle ya da koruma ve gözetme ilişkisi içinde ev halkı olarak bir arada yaşayanların hepsini kapsar.

[12] TEKİNAY Selahattin Sulhi, Türk Aile Hukuku, 5. Baskı, Beta, İstanbul, 1984, Sahife 2.

[13] AKINTÜRK Turgut, Türk Medeni Hukuku, Yeni Medeni Kanuna Uyarlanmış Aile Hukuku, İkinci Cilt, 9. Baskı, Beta, İstanbul, 2004, Sahife 5 vd.

[14] Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Madde 8; Özel ve aile hayatına saygı hakkı, 1. Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sa­hiptir. 2. Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi ancak müdahale­nin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir.

[15] Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Madde 14; Ayrımcılık yasağı; Bu Sözleşme’de tanınan hak ve özgürlüklerden yararlanma, cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasal veya diğer kanaatler, ulusal veya toplumsal köken, ulusal bir azınlığa aidiyet, servet, doğum başta olmak üzere herhangi başka bir duruma dayalı hiçbir ayrımcılık gözetilmeksizin sağlanmalıdır.

[16] Özel Hayata ve Aile Hayatına Saygı Gösterilmesi Hakkı, AİHS’nin 8. maddesinin Uygulanmasına İlişkin Kılavuz, İnsan Hakları El Kitapları No: 1, Avrupa Konseyi İnsan Hakları ve Hukuk İşleri Genel Müdürlüğü, Eylül 2007, s. 15

[17] Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi, Madde 34.

[18] Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Medeni Hukuk ABD Öğretim Üyesi

[19] TÜRKMEN Ahmet, Yeni Bir Hukukî Olgu Olarak Israrlı Takip ve Taciz (Stalking) ve Bunun Türk Medeni Hukuku Bakımından Değerlendirilmesi, Dokuz Ey­lül Üniver­sitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt:11, Özel S.:2009, s.1387-1434 (Basım Yılı 2010)

[20] TÜRKMEN a.g.e.

[21] TÜRKMEN a.g.e.

[22] T.C. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü, www.kadininstatusu.gov.tr

[23] Töre ve Namus Cinayetleri İle Kadınlara ve Çocuklara Yönelik Şiddetin Sebepleri­nin Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan (10/148, 182, 187, 284, 285) Esas Numaralı Meclis Araştırması Komisyonu Raporu (www.tbmm.gov.tr) Raporun tam metni için bkz. Sahife …

[24] Anayasa Mahkemesi Kararı, Esas Sayısı: 1990/30 Karar Sayısı: 1990/31 Karar Günü: 29.11.1990 R.G. Tarih-Sayı: 02.07.1992-21272

[25] Anayasa Mahkemesi Kararı, Esas Sayısı: 1996/15 Karar Sayısı: 1996/34 Karar Günü: 23.9.1996 R.G. Tarih-Sayı: 27.12.1996-22860

[26] Anayasa Mahkemesi Kararı, Esas Sayısı: 1998/3 Karar Sayısı: 1998/28 Karar Günü: 23.6.1998 R.G. Tarih-Sayı: 13.03.1999-23638

[27] ALTINAY Ayşe Gül, ARAT Yeşim, a.g.e. Sahife 27 vd.

[28] Töre ve Namus Cinayetleri … Meclis Arş. Kom. Raporu bkz. Sahife …

[29] Protokolün tam metni için bkz…

[30] Genelgenin tam metni için bkz sayfa …

[31] TBMM’nde 2. Madde üzerinde  yapılan görüşmeler için … sayfaya bakınız.

[32] TBMM’nde verilen önerge:

“Görüşülmekte olan Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun Tasarısının 2 nci maddesinin birinci fıkrasının b) bendinin madde metninden çıkartılmasını ve diğer bentlerin buna göre teselsül ettirilmesini arz ve teklif ederiz.”

[33] DİŞSİZ Melike, HOTUN ŞAHİN Nevin, Evrensel Bir Kadın Sağlığı Sorunu: Ka­dına Yönelik Şiddet, Maltepe Üniversitesi Hemşirelik Bilim ve Sanatı Dergisi, Cilt:1,Sayı:1. 2008, Sahife 52 vd.

[34] www.tdk.gov.tr

[35] OĞUZ N. Yasemin, Şiddeti Anlamak, Bilim ve Ütopya Aylık Bilim Kültür ve Poli­tika Dergisi, Ankara, Haziran 1998, Sahife 62

[36] GENÇCAN, Ömer Uğur, Boşanma Tazminat ve Nafaka Hukuku, Yetkin Yayın­ları, Ankara 2008, Sh.310

[37] AYRANCI Ünal, KÖŞGEROĞLU Nedime, GÜNAY Yasemin, Televizyonda Ço­cukların En Çok Seyrettikleri Saatlerde Gösterilen Filmlerdeki Şiddet Düzeyi, Anadolu Psikiyatri Dergisi 2004, Sayı 5, Sahife 133 vd.

[38] Töre ve Namus Cinayetleri … Meclis Arş. Kom. Raporu bkz. Sahife …

[39] YEARNSHİRE Stephanie, Aile İçi Şiddet ve Tecavüz Konularında Yasal İhtilaflar Polis Yaklaşımı, Kadına Yönelik Şiddete Karşılaştırmalı Hukukun Yaklaşımı, İstanbul Barosu Kadın Hakları Uygulama Merkezi, 11-12 Mart 2000, Yayın No:1, 2. Baskı, İstanbul Barosu Yayınları, 2002, Sahife 74.

[40]AKSOY Dr. Ercüment, ÇETİN Dr. Gürsel, İNANICI Dr. Mehmet Akif, POLAT Dr. Oğuz, SÖZEN Dr. M. Şevki, YAVUZ Dr. Fatih, Aile İçi Şiddet, Türk Tabipler Birliği http://www.ttb.org.tr

[41] Töre ve Namus Cinayetleri … Meclis Arş. Kom. Raporu bkz. Sahife …

[42] Töre ve Namus Cinayetleri … Meclis Arş. Kom. Raporu bkz. Sahife …

[43] Töre ve Namus Cinayetleri … Meclis Arş. Kom. Raporu bkz. Sahife …

[44] ALTINAY Ayşe Gül, ARAT Yeşim, Türkiye’de Kadına Yönelik Şiddet, İstanbul, 2007, Sahife 75 vd.

[45] DİŞSİZ Melike, HOTUN ŞAHİN Nevin, a.g.m. Sahife 53 vd.

[46] Yazılı Soru Önergesinin Metni, Dönemi ve Yasama Yılı 24/2, Esas Numarası 7/3963, Başkanlığa Geliş Tarihi 09.02.2012, Önergenin Özeti; Kadına yönelik şiddetin önlenmesine yönelik yasal düzenlemelere ilişkin.

[47] Yazılı Soru Önergesinin Metni, Dönemi ve Yasama Yılı 24/2, Esas Numarası 7/4315, Başkanlığa Geliş Tarihi 15.02.2012, Önergenin Özeti; Şiddet Önleme ve İz­leme Merkezi kurulacak illere ilişkin.

[48] Töre ve Namus Cinayetleri … Meclis Arş. Kom. Raporu bkz. Sahife …

[49] Dünya Sağlık Örgütü Kasım 2005 Raporu.

[50] Töre ve Namus Cinayetleri … Meclis Arş. Kom. Raporu bkz. Sahife …

[51]14 Ocak 1970 tarih ve (Mülga) 1211 sayılı Kanun İle Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü kurulmuştur.

[52] Ülkemizdeki sosyal sorunların tespiti ve çözümü ile Türk ailesinin bütünlüğünün korunması, güçlendirilmesi ve sosyal refahının artırılmasına yönelik ulusal ve uluslara­rası bilimsel araştırmalar yapmak veya yaptırmak, projeler geliştirmek, desteklemek, bunların uygulamaya konulmasını sağlamak ve aileye yönelik millî bir politikanın oluşmasına yardımcı olmak üzere, (Mülga) 5256 sayılı Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğü Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun ile 13 Kasım 2004 tarihinde Başbakanlığa bağlı Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğü kurulmuş daha sonra 8 Haziran 2011 tarih ve 27958 Mükerrer sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 3 Haziran 2011 tarih ve 633 sayılı Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin 35. maddesi ile bu kanun yürürlükten kaldırılmıştır.

[53] Türkiye’de Kadının Durumu  çalışmasının tam metni için bkz.

[54] TBMM’nde 3. Madde üzerinde  yapılan görüşmeler için … sayfaya bakınız.

[55] TBMM’nde verilen Önerge:

“Görüşülmekte olan “Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun Tasarısı”nın 3 üncü maddesinin birinci fıkrasının (d) bendinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

“d) Gerekli olması halinde, korunan kişinin çocukları varsa çalışma yaşamına katılı­mını desteklemek üzere dört ay, kişinin çalışması halinde ise iki aylık süre ile sınırlı olmak kaydıyla, on altı yaşından büyükler için her yıl belirlenen aylık net asgari ücret tutarının yarısını geçmemek ve belgelendirilmek kaydıyla Bakanlık bütçesinin ilgili tertibinden karşılanmak suretiyle kreş imkânının sağlanması.”

[56] Sınırlı, kapalı adet, numerus clausus, kesin durum veya sayı, belirtilen ve sayılan­dan ibaret, YILMAZ Ejder, Hukuk Sözlüğü, 5. Baskı, Yetkin, Ankara, 1996, Sahife 770.

[57] Örnek olarak sayılmış, sayısal, sayılı, YILMAZ Ejder, Hukuk Sözlüğü, 5. Baskı, Yetkin, Ankara, 1996, Sahife 769.

[58] ÖZAY İl Han, Günışığında Yönetim, Alfa, İstanbul, 1996, Sahife 480 vd.

[59] Yakalama, Gözaltına Alma ve İfade Alma Yönetmeliği, Adalet Bakanlığından, Resmi Gazete Tarihi: 01.06.2005 Resmi Gazete Sayısı: 25832

[60] Adlî ve Önleme Aramaları Yönetmeliği, Adalet ve İçişleri Bakanlıklarından, Resmi Gazete Tarihi: 01.06.2005, Resmi Gazete Sayısı: 25832

[61] Ceza Muhakemesinde Beden Muayenesi, Genetik İncelemeler ve Fizik Kimliğin Tespiti Hakkında Yönetmelik, Adalet Bakanlığından, Resmi Gazete Tarihi: 01/06/2005, Resmi Gazete Sayısı: 25832, Madde 3

[62] YEARNSHİRE Stephanie, a.g.e., Sahife 77 vd.

[63] TBMM’nde 4. Madde üzerinde  yapılan görüşmeler için … sayfaya bakınız.

[64] TBMM’nde verilen Önerge:

“Görüşülmekte olan 181 sıra sayılı “Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Ön­lenmesine Dair Kanun Tasarısı”nın 4 üncü maddesinin birinci fıkrasında yer alan “3 üncü maddede öngörülenlerin yanı sıra” ibaresinin madde metninden çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.”

[65] Aile Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yargılama Usullerine Dair Kanun, Kanun No: 4787, Kabul Tarihi: 09.01.2003, Resmi Gazete Tarihi: 18.01.2003, Resmi Gazete Sayısı: 24997, Madde 2 - …  Aile mahkemesi kurulamayan yerlerde bu Kanun kapsa­mına giren dava ve işlere, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca belirlenen Asliye Hukuk Mahkemesince bakılır.

[66] 22.11.2001 kabul tarihli, 08.12.2001 tarih ve 24607 sayılı Resmi Gazetede yayımla­nan 4721 sayılı “Türk Medeni Kanunu”nun 1028. maddesi ile yürürlükten kaldırılan (Mülga) 04.04.1926 tarihli 743 sayılı Türk Kanunu Medenisi, 21. madde­sinde kadının ikametgâhını (yerleşim yeri) kocanın ikametgâhı (yerleşim yeri) say­maktaydı. 4721 sayılı Yeni “Türk Medeni Kanunu”, bu düzenlemeye yer vermemiştir.

[67] 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu madde 194’ün gerekçesinden.

[68] AKINTÜRK, a.g.e. sahife 113.

[69] GENÇCAN Ömer Uğur, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu, Bilimsel Açıklama, İçti­hat­lar, İlgili Mevzuat, 1. Cilt, Yetkin Yayınları, Ankara, 2004, sahife 1093.

[70] GENÇCAN Ömer Uğur, Aile Konutu: Kavramı, Şerhi ve Üzerindeki Haklar, İstan­bul Barosu Dergisi Aile Hukuku Özel Sayısı, İstanbul, Mart 2007, Sahife 29.

[71] ÖZTAN, a.g.e. sahife 201.

[72] BULUT, Harun, Aile Konutu ve Aile Mahkemeleri Yargılama Yöntemi, Beta, İstan­bul, 2007, Sahife 97.

[73] GENÇCAN Ömer Uğur, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu, Sahife 1094; “Yargıtay İkinci Hukuk Dairesinde onaltı yıldır binlerce boşanma davasını bizzat okumuş bir yargıç olarak gözlemlediğim bir olgu, özellikle boşanmaya kalkışan kocaların taar­ruza, aile konutu ile ilgili kira sözleşmesini fesihle başlamakta olduğudur.”

[74] TBMM’nde 5. Madde üzerinde  yapılan görüşmeler için … sayfaya bakınız.

[75] 8. madde ile ilgili olarak TBMM Önerge Değişiklik Gerekçesinden.

[76] AKYÜZ, Emine, Çocuk Hukuku, Çocukların Hakları ve Korunması, Pegem Aka­demi, 2. Baskı, Ankara, 2012, Sahife 1.

[77] BALO, Yusuf Solmaz, Uluslarası İlkeler Işığında Çocuk Koruma Kanunu ve Uygula­ması, Seçkin, 2. Baskı, Ankara, 2009, Sahife 196.

[78] 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu, Madde 11; Erginlik onsekiz yaşın doldurulma­sıyla başlar.

[79] 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu, Madde 405; Akıl hastalığı veya akıl zayıflığı sebe­biyle işlerini göremeyen veya korunması ve bakımı için kendisine sürekli yardım gere­ken ya da başkalarının güvenliğini tehlikeye sokan her ergin kısıtlanır. … Madde 406; Savurganlığı, alkol veya uyuşturucu madde bağımlılığı, kötü yaşama tarzı veya mal­varlığını kötü yönetmesi sebebiyle kendisini veya ailesini darlık veya yoksulluğa dü­şürme tehlikesine yol açan ve bu yüzden devamlı korunmaya ve bakıma muhtaç olan ya da başkalarının güvenliğini tehdit eden her ergin kısıtlanır. Madde 407; Bir yıl veya daha uzun süreli özgürlüğü bağlayıcı bir cezaya mahkûm olan her ergin kısıtlanır. … Madde 408; Yaşlılığı, sakatlığı, deneyimsizliği veya ağır hastalığı sebebiyle işlerini gerektiği gibi yönetemediğini ispat eden her ergin kısıtlanmasını isteyebilir.

[80] AKINTÜRK, a.g.e. sahife 394 vd.

[81] GRASSINGER, Gülçin Elçin, Türk Medeni Kanununda Yer Alan Velâyet Hüküm­leri Kapsamında Küçüğün Kişi Varlığının Korunması İçin Alınacak Tedbirler, On İki Levha Yayınları, İstanbul, 2009, Sahife 59.

[82] Kendi fiilleriyle hak edinebilip borç altına girebilme durumudur. Velâyet altındaki çocuğun fiil ehliyeti vesayet altındaki kişinin ehliyeti gibidir. Çocuk, ayırt etme gücüne sahip değilse “tam ehliyetsiz”dir yani hiçbir hukukî işlem yapamaz, yaptığı hukukî işlemler hükümsüzdür ve icazetle geçerli hale gelmez. Çocuk “sınırlı ehliyetsiz” ise kendisini borç altına sokan hukukî işlemleri ancak ana ve babasının rızası ile yapabilir, rıza almadan yaptığı işlemler sonradan icazet ile geçerlilik kazanır.

[83] AKINTÜRK, a.g.e. sahife 398 vd.

[84] T.C. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu E. 2010/2-649 K. 2010/683 T. 22.12.2010

[85] GENÇCAN Ömer Uğur, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu, sahife 989

[86] AKKURT, Sinan Sami, Çocuğun Kişiliğinin Korunması ve Velâyetin Belirlenme­sinde Çocuğun Menfaati Olgusu, Prof. Dr. Rona Serozan’a Armağan, On İki Levha Yayıncılık, İstanbul, 2000, Cilt 1, Sahife 102 vd.

[87] ÖZUĞUR, Ali İhsan, Türk Medeni Kanununun Değişen Yeni Düzenlemeleri İle Açıklamalı – İçtihatlı Velâyet – Vesayet – Soybağı – Evlat Edinme Hukuku – Diğer Eşin Onamına Bağlı İşlemler, 4. Baskı, Adalet Yayınevi, Ankara, 2010, Sahife 574.

[88] 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu madde 397; Vesayet makamı, sulh hukuk mahke­mesi; denetim makamı, asliye hukuk mahkemesidir.

[89] OĞUZMAN/DURAL, a.g.e. sahife 511 vd.

[90] YILMAZ, a.g.e. sahife 605

[91] OĞUZMAN/DURAL, a.g.e. sahife 378 vd.

[92] GENÇCAN Ömer Uğur, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu, sahife 990

[93] ÖZUĞUR, Ali İhsan, Nafaka Hukuku, 4. Baskı, Legal Yayıncılık, İstanbul, 2007, Sahife 25

[94] TUTUMLU, Mehmet Akif, Teorik ve Pratik Boşanma Yargılaması Hukuku, Seç­kin, Ankara, 2005, Cilt 2, Sahife 1113.

[95] TBMM’nde 6. Madde üzerinde  yapılan görüşmeler için … sayfaya bakınız.

[96] 5721 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununa göre yetkili mercilerce suç şüphesinin öğre­nilmesinden iddianamenin kabulüne kadar geçen evredir.

[97] 5721 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununa göre iddianamenin kabulüyle başlayıp, hükmün kesinleşmesine kadar geçen evredir.

[98] 5721 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun Dördüncü Kısmı, 90 ila 144. maddeleri arasında Koruma Tedbirlerini düzenleme altına almıştır.

[99] TBMM’nde 7. Madde üzerinde  yapılan görüşmeler için … sayfaya bakınız.

[100] YILMAZ, a.g.e. sahife 362.

[101] Şiddet konusu eylemin aynı zamanda Türk Ceza Kanununda tanımlanan suçlardan birini oluşturması halinde ihbar yükümlülüğüne aykırı hareket edenlerin şu yaptırım­larla karşı karşıya kalabilecekleri göz önünde bulundurulmalıdır.

5721 sayılı Türk Ceza Kanunu; ,

Suçu bildirmeme; Madde 278. - (1) İşlenmekte olan bir suçu yetkili makamlara bildir­meyen kişi, bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) İşlenmiş olmakla birlikte, sebebiyet verdiği neticelerin sınırlandırılması hâlen mümkün bulunan bir suçu yetkili makamlara bildirmeyen kişi, yukarıdaki fıkra hükmüne göre cezalandırılır. (3) Mağdu­run onbeş yaşını bitirmemiş bir çocuk, bedensel veya ruhsal bakımdan özürlü olan ya da hamileliği nedeniyle kendisini savunamayacak durumda bulunan kimse olması hâ­linde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza, yarı oranında artırılır.

Kamu görevlisinin suçu bildirmemesi; Madde 279. - (1) Kamu adına soruşturma ve kovuşturmayı gerektiren bir suçun işlendiğini göreviyle bağlantılı olarak öğrenip de yetkili makamlara bildirimde bulunmayı ihmal eden veya bu hususta gecikme gösteren kamu görevlisi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.  (2) Suçun, adlî kolluk görevini yapan kişi tarafından işlenmesi hâlinde, yukarıdaki fıkraya göre verile­cek ceza yarı oranında artırılır.

Sağlık mesleği mensuplarının suçu bildirmemesi; Madde 280. - (1) Görevini yaptığı sırada bir suçun işlendiği yönünde bir belirti ile karşılaşmasına rağmen, durumu yetkili makamlara bildirmeyen veya bu hususta gecikme gösteren sağlık mesleği mensubu, bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Sağlık mesleği mensubu deyiminden tabip, diş tabibi, eczacı, ebe, hemşire ve sağlık hizmeti veren diğer kişiler anlaşılır.

Suç delillerini yok etme, gizleme veya değiştirme; Madde 281. - (1) Gerçeğin mey­dana çıkmasını engellemek amacıyla, bir suçun delillerini yok eden, silen, gizleyen, değişti­ren veya bozan kişi, altı aydan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Kendi işle­diği veya işlenişine iştirak ettiği suçla ilgili olarak kişiye bu fıkra hükmüne göre ceza verilmez. (2) Bu suçun kamu görevlisi tarafından göreviyle bağlantılı olarak işlenmesi hâlinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır. (3) İlişkin olduğu suç nedeniyle hüküm verilmeden önce gizlenen delilleri mahkemeye teslim eden kişi hakkında bu maddede tanımlanan suç nedeniyle verilecek cezanın beşte dördü indirilir.

[102] 5721 sayılı Türk Ceza Kanunu; Görevi kötüye kullanma; Madde 257. - (1) Ka­nunda ayrıca suç olarak tanımlanan hâller dışında, görevinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan ya da kişi­lere haksız bir kazanç sağlayan kamu görevlisi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Kanunda ayrıca suç olarak tanımlanan hâller dışında, görevinin ge­reklerini yapmakta ihmal veya gecikme göstererek, kişilerin mağduriyetine veya kamu­nun zararına neden olan ya da kişilere haksız bir kazanç sağlayan kamu görevlisi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (3) İrtikâp suçunu oluşturmadığı takdirde, görevinin gereklerine uygun davranması için veya bu nedenle kişilerden ken­disine veya bir başkasına çıkar sağlayan kamu görevlisi, birinci fıkra hükmüne göre cezalandırılır.

[103] TBMM’nde 8. Madde üzerinde  yapılan görüşmeler için … sayfaya bakınız.

[104] TBMM’nde verilen Önerge:

Görüşülmekte olan “Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun Tasarısı”nın 8 inci maddesinin üçüncü fıkrasının aşağıdaki şekilde değiştirilme­sini, dördüncü ve beşinci fıkralarının metinden çıkarılmasını ve fıkra numaralarının buna göre teselsül ettirilmesini arz ve teklif ederiz.

“(3) Koruyucu tedbir kararı verilebilmesi için, şiddetin uygulandığı hususunda delil veya belge aranmaz. Önleyici tedbir kararı, geciktirilmeksizin verilir. Bu kararın veril­mesi, bu kanunun amacını gerçekleştirmeyi tehlikeye sokabilecek şekilde geciktirile­mez.”

[105] TBMM’nde 9. Madde üzerinde  yapılan görüşmeler için … sayfaya bakınız.

[106] TBMM’nde 10. madde üzerinde  yapılan görüşmeler için … sayfaya bakınız.

[107] TBMM’nde verilen Önerge:

Görüşülmekte olan Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun Tasarısının 10 uncu maddesinin altıncı fıkrasının ikinci cümlesinde yer alan “benzeri yerlerde” ibaresinden sonra gelmek üzere “geçici olarak” ifadesinin eklenme­sini arz ve teklif ederiz.

[108] TBMM’nde 11. Madde üzerinde  yapılan görüşmeler için … sayfaya bakınız.

[109] TBMM’nde 12. Madde üzerinde  yapılan görüşmeler için … sayfaya bakınız.

[110] TBMM’nde verilen Önerge:

Görüşülmekte olan “Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun Tasarısı”nın 12 nci maddesinin birinci fıkrasının aşağıdaki şekilde değiştirilme­sini arz ve teklif ederiz.

“(1) Bu Kanun hükümlerine göre verilen tedbir kararlarının uygulanmasında hâkim kararı ile teknik araç ve yöntemler kullanılabilir. Ancak, bu suretle, kişilerin ses ve görüntüleri dinlenemez, izlenemez ve kayda alınamaz.”

[111] TBMM’nde 13. Madde üzerinde  yapılan görüşmeler için … sayfaya bakınız.

[112] TBMM’nde 14 ila 25. maddeleri içeren 2. bölüm üzerinde  yapılan görüşmeler için … sayfaya bakınız.

[113] TBMM’nde 14. Madde üzerinde  yapılan görüşmeler için … sayfaya bakınız.

[114] TBMM’nde 15. Madde üzerinde  yapılan görüşmeler için … sayfaya bakınız.

[115] TBMM’nde 16. Madde üzerinde  yapılan görüşmeler için … sayfaya bakınız.

[116] TBMM’nde verilen Önerge:

Görüşülmekte olan Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun Tasarısının 16 ncı maddesinin altıncı fıkrasında yer alan “müfredatına” ibare­sinden sonra gelen “toplumsal cinsiyet” ibarelerinin metinden çıkarılmasını arz ve tek­lif ederiz.

[117] TBMM’nde 17. Madde üzerinde  yapılan görüşmeler için … sayfaya bakınız.

[118] TBMM’nde verilen Önerge:

Görüşülmekte olan Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun Tasarısının 17 nci maddesinin birinci fıkrasına aşağıdaki cümlelerin eklenme­sini arz ve teklif ederiz.

“Korunan kişinin birden fazla olması halinde, ilave her bir kişi için bu tutarın yüzde yirmisi oranında ayrıca ödeme yapılır. Ancak, ödenecek tutar hiçbir şekilde belirlenen günlük ödeme tutarının bir buçuk katını geçemez. Korunan kişilere barınma yeri sağ­lanması halinde bu fıkrada belirlenen tutarlar yüzde elli oranında azaltılarak uygulanır.”

[119] TBMM’nde 18. Madde üzerinde  yapılan görüşmeler için … sayfaya bakınız.

[120] TBMM’nde 19. Madde üzerinde  yapılan görüşmeler için … sayfaya bakınız.

[121] TBMM’nde verilen Önerge:

Görüşülmekte olan Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Ka­nun Tasarısının 19 uncu maddesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

Sağlık giderleri

Madde 19- (1) Bu Kanun hükümlerine göre hakkında koruyucu tedbir kararı verilen kişilerden genel sağlık sigortalısı olmayan ve genel sağlık sigortalısının bakmakla yü­kümlü olduğu kişi kapsamına da girmeyen veya genel sağlık sigortası prim borcu sebe­biyle fiilen genel sağlık sigortasından yararlanamayan ya da diğer mevzuat hükümleri gereğince tedavi yardımından yararlanma hakkı bulunmayanlar; bu hallerin devamı süresince, 31/05/2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunun 60 ıncı maddesinin birinci fıkrasının (c) bendinin (1) numaralı alt bendi kap­samında, gelir testine tabi tutulmaksızın genel sağlık sigortalısı sayılır.

2) Bu Kanun hükümlerine göre hakkında önleyici tedbir kararı verilen kişinin aynı zamanda rehabilitasyonunun veya tedavi edilmesinin gerekli olduğuna karar verilmesi halinde, genel sağlık sigortası kapsamında karşılanmayan rehabilitasyon hizmetlerine yönelik giderler ile rehabilitasyon hizmetleri kapsamında verilmesi gereken diğer sağ­lık hizmetlerinin giderleri Bakanlık bütçesinin ilgili tertiplerinden karşılanır.”

[122] TBMM’nde 20. Madde üzerinde  yapılan görüşmeler için … sayfaya bakınız.

[123] TBMM’nde 21. Madde üzerinde  yapılan görüşmeler için … sayfaya bakınız.

[124] TBMM’nde 22. Madde üzerinde  yapılan görüşmeler için … sayfaya bakınız.

[125] TBMM’nde verilen Önerge:

Görüşülmekte olan “Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun Tasarısı”nın 22 nci maddesinde yer alan “Maliye” ibaresinden sonra gelmek üzere “Milli Eğitim” ibaresinin eklenmesini arz ve teklif ederiz.”

[126] TBMM’nde 23. Madde üzerinde  yapılan görüşmeler için … sayfaya bakınız.

[127] TBMM’nde Geçici 1. Madde üzerinde  yapılan görüşmeler için … sayfaya bakı­nız.

[128] TBMM’nde 24. Madde üzerinde  yapılan görüşmeler için … sayfaya bakınız.

[129] TBMM’nde 25. Madde üzerinde  yapılan görüşmeler için … sayfaya bakınız.

6284 sayılı kanun 5 1 A maddesi nedir?

MADDE 5 – (1) Kolluk, kendisine yapılan ihbar veya şikâyet üzerine genel hükümler doğrultusunda gerekli işlemleri yapar. Gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Kanun kapsamında almış olduğu koruyucu ve önleyici tedbirleri onaylanmak üzere tedbirin niteliğine göre mülki amire veya hâkime sunar.

6284 sayılı kanun 5 1 c maddesi nedir?

Madde 5/1-ç) Çocuklarla ilgili daha önce verilmiş bir kişisel ilişki kurma kararı varsa, kişisel ilişkinin refakatçi eşliğinde yapılması, kişisel ilişkinin sınırlanması ya da tümüyle kaldırılması : İncelenen 1.253 dosyanın 27 'sinde 5/1-ç maddesine göre karar verildiği görülmüştür.

Tedbir kararı en fazla ne kadar olur?

Tedbir kararının gereklerine aykırılığın her tekrarında, ihlal edilen tedbirin niteliğine ve aykırılığın ağırlığına göre zorlama hapsinin süresi on beş günden otuz güne kadardır. Ancak zorlama hapsinin toplam süresi altı ayı geçemez.

6284 sayılı kanun neyi kapsar?

6284 sayılı kanunun adı “Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun”dur. Kanunun amacı şiddete uğrayan ya da şiddete uğrama tehlikesi olan, tek taraflı ısrarlı takip mağduru olan kişilerin korunması için tedbirler almak ve bu durumları önlemektir. Ayrıca kanunda ev içi şiddet tanımlanmıştır.